Kim Olduğumu Senden Görüyorum
- oğuz çağım
- 25 Şub 2019
- 7 dakikada okunur
Bir süredir, sanırım okuduklarım ve öğretmenlerimden duyduklarımla daha bir derinleşebildiğim için, yeni bir şey yazasım gelmiyor. Çünkü yazacaklarım “yeni” gelmiyor. Bir soru geldiğinde daha çok Tao Te Ching’in şu sayfasına, diğer konu için İbn-i Arabi’nin şu söylemine, Buddha’nın şu öğretisine bakabiliriz, diyorum. Ve daha ne yazacağım ki bunların üstüne, yaptığım şey anca papağanlık olacak diye geçiyor sık sık içimden. Fakat bu papağanlık yanı sıra tabi kendi yaşadıklarım ve deneyimlerim de henüz kaleme alınmamış bir şekilde duruyor. Bu aralar yazacak bir şeyler birikmeye başladı yine… Yine bir şeyler yazayım ama en azından bir şeyleri derleyerek yazayım dedim ben de. Elimden geldiğince ustaca dile gelmiş hikayeler veya tecrübeler üzerinden dile dökmeye çalışacağım son bir aydaki hissiyatımı.

Çarkıfelek: Koşulsuz Sevginin Sembolü
-------------
Bir zen hikayesi:
“Bankei, meditasyon için haftalarca inzivaya çekildiğinde, Japonya’nın dört bir yanından öğrenciler katılmaya gelirmiş. Bu toplanmalardan birinde, bir öğrenci hırsızlık yaparken yakalanır. Durum Bankei’ye bildirilerek öğrencinin kamptan atılması talep edilir. Ancak Bankei, bu durumu göz ardı eder.
Bir süre sonra, aynı öğrenci tekrar hırsızlık yaparken yakalanır. Bankei bu sefer de durumu dikkate almayınca, öğrenciler sinirlenmeye başlar. Hırsızın kamptan atılmasını talep eden bir dilekçe hazırlayarak, aksi halde kamptan ayrılacaklarını ifade ederler.
Dilekçeyi okuyan Bankei, tüm öğrencileri toplar. “Siz bilge çocuklarsınız.” der Bankei. “İyi ile kötüyü birbirinden ayırt edebiliyorsunuz. Dilediğiniz yerde eğitim alabilirsiniz. Ancak bu biçare arkadaşınız henüz iyi ile kötüyü bile birbirinden ayırt edemiyor. Eğer onu ben eğitmezsem, kim eğitir? Hepiniz buradan ayrılsanız bile, onu yanımda tutmaya devam edeceğim.”
Hırsızlık yapan öğrencinin gözlerinden yaşlar boşalmış. Artık içinde bir damla bile çalma isteği kalmamış.
---------------
Bir sufi hikayesi okumuştum uzunca bir süre önce:
“Derviş suya düşen akrebi kurtarmak ister… Elini uzatınca akrep sokar. Derviş tekrar dener, akrep yine sokar.. Bunu görenler dayanamaz dervişe: "İyilik yapmak istediğin halde sana zarar verene daha ne diye yardım edersin." derler. Dervişin cevabı mânidardır:
"Akrebin fıtratında sokmak var, benim fıtratımda ise sevmek; o fıtratının gereğini yapıyor diye Ben niye fıtratımı değiştireyim?”
------------------
Hayao Miyazaki isminde, eşdeğeri olarak ancak JRR Tolkien veya Ursula LeGuin gibi büyük üstatları verebileceğim bir animasyon yönetmeni var. Filmlerini izlemeye şansım olduğu için gerçekten çok şanslı hissediyorum kendimi. Nausicaä of the Valley of the Wind isimli filmin başında ana karakter Nausicaa’yı tanıtan bir bölüm var beni büyüleyen. Sanırım 2 yıl önce izlemiştim ve izlediğim günden bu yana sık sık hatırlarım (O bölümü başkaları da beğenmiş ki videosuna ulaşmak mümkün: bağlantı ). Şöyle bir sahne:
Babacan yaşlı bir adam, Nausicaa ile karşılaşır uzun bir aradan sonra. Sarılıp hoşbeş ederler. Yaşlı adamın belindeki küçük kesesinde bir takım hareketlenmeler farkeder küçük kız. Kesede ne olduğunu sorduğunda babacan yaşlı adam kese içinde bir tilki-sincap (animasyondaki dünyada yaşayan hayal ürünü bir yaratık) yavrusu olduğunu, onu ormanda bulduğunu, başına büyük işler açtığını ve sürekli problem çıkarıyor olması nedeniyle onu bir kesede kapalı tuttuğunu söyler. Nausicaa sevgi dolu biridir. Kesenin ağzını açar. Yaşlı adam sürekli dikkatli olmasını söylese de Nausicaa tilki-sincapın omzuna çıkıp dolaşmasına ve öfkeyle tıslamasına izin verir. Ve hatta eldivenini çıkarıp elini bu minik sinirli yaratığa uzatır. Basit bir cümleyi tekrar eder sürekli “Korkacak hiçbir şey yok, korkacak hiçbir şey yok…”. Yaratık tehditkar bakışlar ve sesler eşliğinde dişlerini de göstererek bekler kızın elini. Ve yeterince yaklaşınca da ısırıverir “cort!” diye.
Nausicaa’nın yüzüne acıdan dolayı bir burulma gelir ve fakat hemen arkasından da yok olur o mimikler. Mantrasını söylemeye devam eder şefkat dolu sesiyle: “Korkacak hiçbir şey yok, görüyor musun, korkacak hiçbir şey yok...”. Bir süre tilki-sincap dişlerini öfke ile sıkırken bir anda dik ve tetikteki kulakları inmeye başlar. Her zaman alıştığı tepkinin dışında, belki de daha önce hiç bilmediği bir duygu kaplar içini… ve ısırdığı parmağı bırakır. Bırakmakla kalmaz, yarayı yalayarak temizlemeye koyulur. O anda ikisi arasında tüm film boyunca kopmayacak bir bağ oluşur. Nausicaa tekrar eder gülümseyerek: “Gördün mü, korkacak bir şey yok”.
------------------
Budist öğretilerde, Saygıdeğer 14. Dalai Lama’nın da sıklıkla hatırlattığı gibi çok temel bir hatırlatıcı öğreti var: “Sevgi ve şefkati ancak sevmekte zorlandığınız kişilerle çalışabilirsiniz. Zaten sevgi hissettiğiniz kişilerle sevgi ve şefkati sınırsızlaştırmayı pratik etmenin bir anlamı yoktur.”
---------------------
Avatar The Last Airbender (Son havabükücü) adında benim için yol gösterici olmuş bir anime dizi var. 2000’li yılların başlarında epey meşhurdu. Hala arada bir tekrar tekrar izlerim, izlenmesini öneririm. Dizinin final bölümü yaklaştıkça, daha derin ve insani meselelere çözümler arar Avatar kendi yolculuğunda. En büyük öğreti dizinin son bölümünde gelir. Avatar’ın sorduğu bir soruya, insanlıktan da önce var olan bir mitolojik karakter olan bilge aslan-kaplumbağa şöyle bir cevap verir:
“Ancak tam bir zihin, yalanlar ve sanrılar arasında kaybolmadan yolunu bulabilir, ancak gerçek bir kalp nefretin zehrine zarar görmeden dokunabilir. Karanlık, zamanın başından beri tüm boşluğu kaplasa da, saf ışık önünde eğilmesini her daim bilecektir.”
------------------------
Burak B., kıymetli arkadaşım bana kendi Hindistan yolculuğuna dair kıymet verdiği bir anısını anlatmıştı. Duyduğum günden bu yana içimde sıcacık bir yeri var bu hikayenin:
Burak Hindistan gezisi sırasında, yogada derinleşmek bir ashram’da kalmaya başlar. Bazı salonlarda farklı saatlerde farklı yogilerin dersleri vardır, gelenler farklı hocalarla farklı stilleri de deneyimleyebilsinler diye. Burak da akşam saatinde çok yaşlı bir yoginin (yoga yolunda yürüyen, yoga öğretmeni) dersine girer. Asana pratikleri başlar. Bir süre “normal” bir akış devam ederken Burak bazı asanaların sürekli tekrar ettiğini deneyimlemeye başlar. Yogi unuttu daha önce yaptırdığını herhalde diyip asanaları takip eder fakat bu durum bir çok kez yaşanır. Etraftaki diğer katılımcılara bakar göz ucuyla, kimsede bir garipseme belirtisi yoktur. O da devam eder bu bol tekrarlı pratiklere. Ders bitiminde merak eder durumu ve insanlara sorar yoginin nasıl bir tarzı olduğunu. Duyduğu şey ise şudur: “Yoginin ilerleyen yaşıyla birlikte unutkanlığı da başlamış. Zaman zaman aynı asanaları farkında olmadan tekrar ettirmesinin sebebi budur. Yıllardır, bu durum bilinmesine rağmen dersleri boş geçmeden öğretmenliğini yapmaya devam eder.”...
Bu hali bilinerek orada ders vermeye devam etmesi ve her dersine öğrencilerin girmeye devam etmesi, benim bakış açımda önemli bir değişikliğe sebep olmuştu ve içimdeki tahammülsüzlüğü, sevgisizliği göstermişti bana.
-----------------
Büyük şair Halil Cibran’ın en kıymetli eserlerinden “Ermiş”in içinden bir kaç dize:
"... çünkü özgürlük peşinde koşma arzusu bile sizin için bir dizgin halini aldığında ve özgürlükten bir amaç, gerçekleşmiş bir şey olarak söz etmeyi bıraktığınızda özgür olabilirsiniz ancak.
Günleriniz dertsiz, geceleriniz eksiksiz ve hüzünsüz olduğu zaman değil; tam tersine, bütün bunlar yaşamınızı kuşatmışken, çıplak ve tüm bağlardan kurtulmuş olarak hepsinin üzerine yükseldiğiniz zaman özgürsünüz...
... Ve tahtından indirmek istediğiniz bir despotsa söz konusu olan, önce onun içinizde kurulu tahtını oradan kaldırın. Bir zorba özgür ve gururlu olanlara nasıl hükmedebilir, eğer onların kendi özgülüklerinde bir zorbalık, kendi gururlarında bir utanç yoksa? Ve üstünüzden atmak istediğiniz bir yükümlülükse söz konusu olan, bu yükümlülük size dayatılmadı, onu siz seçtiniz.
Defetmek istediğiniz bir korkuysa, o korku sizin yüreğinizi mesken tutmuş, korktuğunuz kişi/seyin değil. Gerçekte her şey, arzulanan ve korkulan, iğrenç olan ve aziz tutulan, kovalanan ve kaçmak istediğiniz her şey, varlığınız içinde devinmekte, sürekli bir yarı kucaklaşma halinde.
Bunlar içinizde birbirine yapışık ışık ve gölge çiftleri halinde devinir. Gölge solduğu ve yok olduğu zaman, geride kalan ışık bir başka ışığın gölgesi olur. İşte böyle, prangalarından kurtulan özgürlüğünüz, daha büyük bir özgürlüğün prangası olur."
---------------
Bir kişiyi ve kişinin halini herhangi bir sebeple reddettiğinizde, aslında kendi içinizdeki o hali reddeder ve aynı zamanda o reddettiğiniz hali güçlendirir bir hale girersiniz. Reddettiğiniz şey sizin gerçekliğinizde daha güçlü olur. Farkına varın ya da varmayın, sizin kişiliğiniz olarak belirir bir süre sonra (ki aslında zaten içinizde bir yerdedir zaten, henüz keşfedilmemiş bir yerde). Veya o kadar bastırılır ki reddedişle, hastalık olarak karşınıza çıkar. Aile veya toplumsal karmada en sık rastlanan durumlardan biridir, belli dönemlerde belli hastalıkların kendini göstermesi gibi.
Budizm’in Mahayana kolunun öğretilerinde, bir kişinin tam olarak aydınlanmasının bir son veya tamamlanma olmadığı, “birlik” bilinci çok net bir şekilde telaffuz edilerek tüm varlıklar aydınlanana dek acılar dünyasında yaşanmaya devam edileceği, ancak asıl gerçek sevgi ve güzelliklerin her canlıya görünür olması sonrasında aydınlanmanın tamamlanabileceği söylenir. Bu yolda, tekrar dünyaya geri dönmenin sonu olarak tarif edilen en üst idrak noktası Nirvanaya bilerek ve isteyerek ulaşmayan keşişler, Bodhisattva adını alarak ömürlerini ve sonraki ömürlerini tüm varlığın aydınlanmasına adarlar.
Bendeki herhangi bir hali eleştirip, sevmeyip, reddedip, tehdit olarak görüp beni kendinden uzak tutan, canı yanabilir endişesi ile yakınlaştırmayan, zihninin mantıksal oyunlarıyla gerçekten kabul edilebilir bahaneler üreten her kişi aslında benden değil, kendindeki halden kaçar, uzaklaşır, reddeder ve yargılar. Her can sevgiyi arar ve gerçek sevgi tek şifa kaynağıdır.
Aynı şekilde her karşıma çıkan kişi, durum, ortam ve benim bu anlarda ortaya koyduğum duygu değişimleri hayattaki en temel öğretmenlerim. Derviş gibi her canım yandığında elimi tekrar akrebe uzatmayı beceremiyor olsam da, en azından akrebi elimi her soktuğunda “kötü, yanlış, canımı acıtan ve benden uzak durması gereken varlık” gibi betimlemelerle reddedip hayatımdan çıkarmamayı öğrendim.
Eğer ki çıkarıyorsam da şunu çok iyi biliyorum: “Akrebin fıtratında sokmak vardır da benim fıtratımda ne var? Hor görmek mi? Yargılamak mı? Can acısına aşırı hassasiyet mi? Korkaklık mı? Tembellik mi? Kendimi akrepten değerli görmek mi?...”
Her adımda şunu daha iyi görüyorum: Farklı farklı insanlarla yakınlaşabildiğim, oldukları gibi kabul edebildiğim her an kendimle de yakınlaşıyorum ve kendi merkezimde olmayı öğrendikçe de çok daha sağlıklı ve sevgi dolu bağlar kuruyorum. Başkalarını ve bir takım durumları reddettikçe de kendimi koruduğumu sanırken kendimle bir olma şansımı kaçırıyorum bir kez daha. Korkum da benim içimde, öfkem de, yargım da, reddedişim de.
Bu yolda kaç kere akrep gibi sokmuşumdur bilemiyorum. Ama şunu biliyorum, o zamanki fıtratımda sokmak vardı... Fakat yine de bilinçsiz her davranışımdan dolayı, herkesten özür diliyorum.
Oğuz Çağım
Son not: Sayfa ziyaretçilerine bir de davetim var.
Burası kişilerin ön bir ödeme veya koşula bağlı olmadan girip, yazıları okuyabileceği bir ortam. Fakat bu durum bizlerin birbirimize destek olması, teşekkür etmesi, beslemesi, bağları derinleştirmesine engel olmamalı.
Davetim, alışılagelmiş olan "para (bedel) ödenir mal - hizmet alınır" soğuk ve otomatik döngüsünü, armağan, gönül bedeli, takas, paylaşım gibi yöntemlerle, sadece fiziksel form (kitap, dergi, kaset, vb maddeler) alışverişine bağlı kalmadan, zorunluluk hissetmeden, sıcak ve aktif bir hale dönüştürmek üzerine.
Para ve teşekkür ile ilişkilerimizi kolaylaştırabilmek, güçlendirebilmek, hayatlarımızı daha iyi destekleyebilmek adına, sizlerden gelecek hediyelere, takaslara, bağlantılara, maddi ve manevi tüm paylaşım ve desteklere kendimi açıyorum ve sizleri de bu derin paylaşıma davet ediyorum.
Bir gönülden sarılma, bir mektup paha biçilemez olabilirken, paranın kendisinden de armağan olabilir.
Yeter ki kendi kaynaklarımızın armağan ederken dengeyi bulabilelim... Bana armağan göndermek isterseniz, mesaj veya mail ile ulaşmaktan çekinmeyin :) Şimdiden çok teşekkürler!
Comentarios