top of page

Kalbin Kalıpları

  • oğuz çağım
  • 9 Kas 2017
  • 3 dakikada okunur

Ne zaman kendim ol(a)masam, öğrendiğim bir kalıba bürünmeye çalışsam, suratıma er ya da geç tokat yedim, kendimle yüzleştim.

Bir anlamda olmayı arzuladığım hali kendime giydirmeye çalıştım, kıyafet gibi. Ve uymadığını gördüm kıyafetin orası burası yırtılırken veya üzerime bol gelirken.

Veya olmayı doğru bulduğum hali yaşamak istedim ve hayat, evren, tanrı bana o hali yaşayabilmem için nerelerimin törpülenmesi gerektiğini gösterdi. Törpüleyince daha bi kendim oldum. Törpülemeye enerjim, cesaretim veya bilinciminin yetmediği kısımlar ise "canım yandı, yaktılar" diyerek ve kendimi durdurarak kaldı öylece, daha sonra bir kez daha yüzleşilmek üzere sonraya bırakıldı. Sonra bir gün bir başka dost geldi, "kıyafetimdeki deliği" tekrar gösterdi bana. Ve ben o deliği kapatmayı, saklamayı, utanmayı, bahane üretmeyi ve hatta o dosta kızıp bağırmayı bırakmayı başarınca, "Evet orası delik gerçekten" dedim. İstiyorsam yamadım, istiyorsam değiştirdim, istiyorsam öylece sevdim ve bıraktım. Bir daha biri gördüğünde/gösterdiğinde artık o benim de bir parçamdı, tepkim hiç olmadı.

Bugün bir kitabın kapağında şu yazıyı gördüm:

"Eğer kader sizi güldürmüyorsa, espriyi anlamamışsınız demektir." (Gregory David Roberts).

Bu kadar basit aslında. Şaka gibi, akışkan, sürekli değişken bir hayat ve aşırı ciddiye alan ben. "Benlik" duyguma tutunmuş, kendimi başarı, güven, iyi biri olma, güçlü olma, örnek olma gibi klişelere tutturmuş, bağlarım olmadığı anlarda hiçbir sıkıntım yokken kendime tutturduğum bağların kölesi olmuş ben. Daha hala yolun en başındayken, anladığımı ve bildiğimi sandığım, iddia edip savunduğum ve fakat henüz içselleştiremediğim, benim bir parçam olmayan bir takım kıyafetlerle ya ergenlik çağında hızlıca boy atmış ya da babasının kendisine büyük gelen kıyafetlerini giymiş gibi gözüken ben.

Öğrenmek, bir bilgiyi olduğu gibi almak değil, özümsemek, içselleştirmektir; diyor büyük ustalar. O yüzdendir ki büyük ustalar "öğretmiyor" ama "gösteriyor", "işaret ediyor" geçilecek eşiği. "Dene" diyor, eğer sana uymuyorsa uygulama, kendi yolunu bul. Hatta "Okulsuz Büyümek" kitabında çocuklar için de yazılanlar aynı: çocuklar bir öğretmene ihtiyaç duymuyor, onlar ihtiyaç duyduklarını, öğrenmeye merak duyduklarını zaten izleyerek, deneyerek taklit ediyorlar, kurcalıyorlar ve ilgiyle öğreniyorlar... Talep ediyorlar. Öğrenci kelimesi yerine talebe kelimesini daha çok seviyorum bu yüzden. Talebe, talep eden yani bir konuyu öğrenmeye merak duyan kişi anlamına geliyor. Öğrenmekle mükellef kişi değil, zaten öğrenmeye merak duyan ve hali hazırda öğrenmeye de hazır olan.

Kendime sık sık hatırlatıyorum: ben bilmiyorum. Düşündüklerim ve bana öğretilenler, aileden kalan alışkanlıklar, toplumsal normlar ben değil. Ben düşüncelerden, öğrendiklerimden seçip, tecrübe ediyorum. Bana uyuyor mu uymuyor mu bakıp deniyorum. Tecrübelerim gerçek bir ben'e alan açıyor. Aslında zaten hiç “öğrenmiyorum”, öğrendiğimi sandığım her bir öğreti, öğrenmemişliğin özündeki saflığı ortaya çıkarmama yarıyor. Kalbim özgürleştikçe "ben" saflaşıyor, düşünceler sakinleşiyor. Bilincim açıksa, farkındaysam ne olduğunu içimde, öyle güzel akıyor ki bu süreçler, onay ve kontrol ihtiyacı dahi belirmiyor. Ki zaten içinde olduğum halin onayı hayatın içinde beliriveriyor, bariz ve huzurlu şekillerde, sıcacık hallerde.

Kalbim tam olarak açılıncaya dek kırılmaya devam edecek. Şems ile tanışmak büyük bir öğretmenle tanışmak benim için. Kalbimin üstüne yüklediğim yükler, oluşturduğum kabuklar, acılardan oluşmuş korkular... Kırılacaklar, saf olan kalp tekrar parıl parıl parlayana dek. Kalbin kırılması bir nimet. Kalbim kırıldı dedirten durum aslında başka bir mesaj içeriyor; katılaşmışsın, akışkanlığını kaybetmişsin, kalıplaşmışsın... Kalp kırılmasını "kötü" olarak algılamayı bırakıp, "aşamadığım, affedemediğim, göremediğim nedir" demeye başladığım an, çok güzel bir andı benim için. O an, kalbimin kırılarak küçülmediğini, tam tersine kalbin üstünü kapladığım bir kalıbın kocaman çatlayarak yerini ışığa bırakmaya başladığını gördüm.

Kalp kırılmaz. Kalıplar kırılır. Kalp elmastır, ilk var olan oydu, tüm kırılmalara, acılara, üzüntülere rağmen yine var olacak olan kalbin özündeki ışıktır, aşktır.

Sevgiyle

oğuz çağım

Son not: Sayfa ziyaretçilerine bir de davetim var. Burası kişilerin ön bir ödeme veya koşula bağlı olmadan girip, yazıları okuyabileceği bir ortam. Fakat bu durum bizlerin birbirimize destek olması, teşekkür etmesi, beslemesi, bağları derinleştirmesine engel olmamalı. Davetim, alışılagelmiş olan "para (bedel) ödenir mal - hizmet alınır" soğuk ve otomatik döngüsünü, armağan, gönül bedeli, takas, paylaşım gibi yöntemlerle, sadece fiziksel form (kitap, dergi, kaset, vb maddeler) alışverişine bağlı kalmadan, zorunluluk hissetmeden, sıcak ve aktif bir hale dönüştürmek üzerine. Para ve teşekkür ile ilişkilerimizi kolaylaştırabilmek, güçlendirebilmek, hayatlarımızı daha iyi destekleyebilmek adına, sizlerden gelecek hediyelere, takaslara, bağlantılara, maddi ve manevi tüm paylaşım ve desteklere kendimi açıyorum ve sizleri de bu derin paylaşıma davet ediyorum. Bir gönülden sarılma, bir mektup paha biçilemez olabilirken, paranın kendisinden de armağan olabilir. Yeter ki kendi kaynaklarımızın armağan ederken dengeyi bulabilelim...

Commentaires


Öne Çıkanlar
Etiketler
bottom of page