Ölüm Üzerine
- oğuz çağım
- 16 Haz 2017
- 6 dakikada okunur
Babam 2007 yılı başında öldü (ölüm nedir?). 13 yaşındaki köpeğimiz Babs da 2006 yılı sonunda ölmüştü. Her ikisi de öldüğünde askerdeydim. Ailemizin sonraki köpeği Mavi de 13 yaşındaydı 2015'te öldüğünde. Çok kıymetli şeyler öğrendim Mavi'den. O öldüğünde de Hindistan'daydım. Her iki uzun gidişimde de evde kanserli can'lar bıraktığımı biliyordum. Fakat 2007'de 26 yaşında askere giderken babamı bir daha göremeyeceğim aklıma gelmemişken, Hindistan'a giderken Mavi'nin ruhunun gitme vakti geldiğini sezmiştim.
Hayatımda, ölümle ilgili ilk anım, yaklaşık 7-8 yaşlarında iken evde annem ve babamı beklerken 1 yaş büyük ablamla ölüm hakkında konuşmaya başlayıp, bizimkiler gelene dek ağlamaktan kendimizi alamayışımız sanırım. Salonda koltuklara uzanıp, hava kararmışken ışıkları bile açmayıp, ağlayarak gelmelerini beklemiştik. Geldiklerinde annemin şaşırdığını ve şefkatli bir şekilde bize sarıldığını hatırlıyorum. Sonrasındaki yıllarda da yine dönem dönem benzer şeyler hatırlıyorum. Ölümle yüzleşme anları ve o anlardaki büyük yoğun duygular, karın ağrısı, duygusallaşmalar...
Hayatımdaki her bir ölümle hayatımın değiştiğini hissediyorum. Ya o canlının enerjisi benimle birleşiyor sanki ya da o giden benim içimde bi yeri aktive ediyor ve ben değişiyorum. Özellikle babamın gidişi bir çok şeyi tetikledi. Hayatım uzunca bir süredir, devrimsel bir değişim sürecinde ve bana bu değişimlerin ne zaman başladığını, neyin tetiklediğini sorduklarında ben hep, beni derinden etkileyen bir takım insanlarla tanışmalarımı anlatıyordum. Halbuki şimdilerde görüyorum ki benim sürecim, babamın gidişiyle başladı.
Bazen Hindistan'a gitmem ve o sürecin ardından daha cesur adımlar atmamda büyük destek sağlayan, babamın ölümünden kalmış olan, şimdilerde iyi bir araba almaya yetecek miktardaki para nedeniyle "şanslı" olduğumu ve kendilerinin bu kadar şanslı olmadığını söyleyen insanlarla karşılaşıyorum. Şanslı'mıyım gerçekten? Bu sorunun cevabını herkes kendisine göre vermeli bence... Fakat şunu çok iyi biliyorum; vakti geldiğinde, öz hazır olduğunda, evren o ruha ihtiyacı olan yolu açıyor. Ve hatta bazen gitmek istediğimiz yola engel olduğunu bahane ettiğimiz hayatımızdaki canların (üzüleceğini düşündüğümüz anne baba, eğitimini-sağlığını sorun ettiğimiz çocuklar, yaşantsını sorun ettiğimiz hayvanlar vs) sorumlulukları, bizim hazır olduğumuz anda yolumuzdan çekiliveriyorlar ya da hazır olabilemiz için o canlarla ilişkimizi düzenleyip helalleşmemiz gerekiyor. O yüzdendir ki ben artık, sorumluluğunu hissettiğim hiç bir canın adını, yoluma gitmeme engelmiş gibi zikretmiyorum. Biliyorum çünkü o can değil benim yolumda "engel" olan, asıl engel kendi zihnim. Sorumluluğunu üstlendiğim, arka bacakları felçli, genelde bezlemek durumunda kaldığım, tekerlekli sandalyesi ile yürüyen Husky türü köpek Lady bile, benim doğada ve gezgin yaşamımda bana bir engel değil, bir dost, bir nefes.
En büyük ölçekte, her bir form değişimi-ölüm, bir potansiyeli açığa çıkarıyor. Değişimi, faniliği, mülkün anlamsızlığını, pişmanlıkların ve eksik kalanların gücünü hatırlatıyor. Ve seçim bize kalıyor; yas tutup, teşekkür edip, şükredip, geleni olduğu gibi kabul ederek bu potansiyeli faydaya, kinetiğe mi döndüreceğiz yoksa yaşanılan üzüntüyü ve acıyı bedene, ruha lehimleyip, biz de form değiştirene kadar potansiyeli sırtımızda yük yapıp taşıyacak mıyız?
Hayatımda yaşadığım en zor şey babamın bedeninin toprağa verilme anıydı. Dokundum, zorlandım, boğazım ve midem düğümlendi, kalbim sıkıştı. 26 yaşındaydım. O gün etrafımda olan dostlarımı çok çok iyi hatırlıyorum. Bazı anları da öyle. Akşam ev sakinlediğinde, gülümseyebilecek şeyler bulduğumu da. İki beden daha hatırlıyorum dokunarak toprağa verdiğim, biri siyah bir kuzuydu, bir çiftlikte sabah yürüyüşünde ölüsüyle karşılaşmıştık. Hastaydı, bırakmıştı tutunmayı. Oradaki dostla birlikte gömmüştük. Bir diğeri de Hayvan Kurtarma Derneğinde gönüllülük yaparken, derneğin büyük uğraşlarla öldürülmekten kurtardığı ayağı kırılmış bir minik taydı. 1 gece yaşatabildik onu. Kısa zamanda kuvvetli bir bağ kurduğum tay, annesinden ayrıldığına mı üzüldü, bacağındaki ödemden mi oldu bilinmez, ertesi gün gömüldü derince bir çukura. Boğazım düğümlendi onda da. Ve onun için geçen güzel anları hatırladım günün sonunda. Tabii ki her birinde büyük değişim oldu içimde. Et yemeyi bırakmak da bunlardan biri. Oluşunu kaldıramadığım ölümün "meyvasını" yemek, bana hiç adil ve gerçekçi gelmedi. Çocukken tuttuğum ve yediğimiz balıklar, elimde can veren muhabbet kuşları ve civcivler de benzer ama daha felsefik hissiyatlar bıraktı bende...
Annem son bir kaç yıldır bana babamı hatırlattığımı söylediğinde, yakınlar babama benzediğimi söylediğinde, babamdan bana gelen bu potansiyeli daha derinden yaşıyorum. O da karavan isterdi, o da doğada küçük bir evde toprakla uğraşmak isterdi, o da hayvanlara bayılırdı ve merhametliydi, o da kendi başınalığına düşkündü, o da duygusaldı ama sert görünürdü... Daha bir çok şey. "Kendime kurduğum hayat" a baktığımda sıklıkla babamın hayallerini de görüyorum artık. Biliyorum ki, özümün istediği yolda, doğru yoldayım. Tıpkı bir bayrak yarışı gibi, bana teslim etti kendi enerjisini. Bana hayattayken veremediği, iletemediği, paylaşamadığı desteği öyle bir şekilde paylaştı ki, benim bunu anlamam zaman alsa da, dönüp baktığımda büyüledi beni.. Şükürler olsun sana babacığım. Hayattayken veremediklerine de, giderken ardında bıraktıklarına da...
Mavi'nin gelişi, hayatımda bir yer edişi ve yarattığı değişimler, başka bir yazıda derinlemesine anlatılmalı. Ve o sembolik gidişi, benim için bir devrin kapandığının göstergesiydi yine. Büyük şeyler öğretti, beni büyük değiştirdi ve büyük bir ustalıkla da değişiverdi dönüşüverdi gitti hayatımdan.
Hayatımdaki tüm ölümlere, bana öğrettikleri için, içimdeki büyük bir potansiyeli hayata geçirmeme fırsat sundukları için şükürler olsun, yakında başka bir hayatta yeniden göz göze gelene dek...
Hayatımda bu göz göze gelmelerin en güzelini de Nepal'de yaşadım. Sokak hayvanı, sokak köpeği çoktur orada ve çok da iyi davranılmadığından, insanlara pek de aşırı tepki vermezler. Seyahatimin son günlerinden birinde, bir gölün kıyısında, Hindistanda iken yolda tanıştığım tatlı bir Alman kız tarafından önerilmiş olan yere doğru yürüyordum. Göl kenarındaki setin altındaki toprak düzlükte ise bir panayır vardı, müzik, dans, yemekler, komik ve ilgi çekici bir kültürel curcuna. Yol üzerinde durup curcunayı izlemeye başladım. Telefonla biraz kayıt yapayım derken beyaz bir köpek geldi yanıma ve direk ön patilerini karnıma koyup kuyruk sallamaya başladı. Şımarık bir halde değildi, resmen o kalabalık içinde beni seçmişti. İndirdim ayaklarını ve çok da sevecen bir tepki vermek istemedim, peşimden bir yemek umuduyla ayrılamacak diye. Fakat o kararını vermişti. Oradan bir misafirevi arama sürecinde benimle gezdi, bungalovlardan oluşan kamp alanı gibi bir tesise girdiğimizde onu benim köpeğim sandı oranın sahibi, ben de bozmadım. Odayı kiralarken beni idari odanın kapısında bekledi. Göle manzarası olan restoranda bir şeyler yiyip içerken, hiç yemek dahi istemeden yanımda yattı. Sonra orman yolunda yürüyüş yaparken beraberdi benimle, oysa hiç çağırmıyordum onu peşimden gelsin diye fakat anbean ona olan bağım yoğunlaştı. Yürüyüş sırasında dinlenirken, bir grup çocuk yakınımızdan geçtiği sırada onların seslerini duyup havladı onlara. Susmasını söyledim, çocuklara da korkmamalarını. Sustu ve çocukların geçmesine ses çıkarmadı. Gece olduğunda ise kaldığım odanın kapısında yattı paspasa. Yemek verdim, su verdim ama bana bakıyordu, derdim yemek su falan değil dermiş gibi. Uzun uzun sevdim onu, beraber meditasyon yaptık. Gece uyurken hep onun orada olduğunu bildim.
Ertesi gün yola çıkıp şehre dönmem gerekiyordu. İçim buruldu sabah misafirevinden ayrıldığımda. 20 dakikalık bir yol vardı yürümek için, sonra dolmuşa binecektim. Trafiğe çıkmasını istemiyordum onun, ezilebilirdi... Hem artık beni bırakmasını isterken hem de iyice bağlanmışken, o göl kıyısında, muhteşem bir sis içinde yaptık son yürüyüşümüzü, bana yol gösterdi... Minibüse bineceğim yerleşim yerine geldiğimde çok ilginç bir şey oldu, önceki gün berber oldukları siyah bir köpek, onu görünce kuyruk sallayarak yanımıza geldi. Bizimki hem sevindi, hem de gözü hep bende, bir ona ilgi gösteriyor, hem de beni takip ediyordu. Bir noktada durdu. Dolmuş yerleşim yerinden biraz daha uzaktan kalkıyordu. Evlerin bittiği yerde siyah köpek durdu, beyaz ortamızda, ben ise ne olacağını merak ederek yol üzerinde arkamı dönmüş onlara bakıyorum. Belki bir 30 metre mesafe var aramızda beyazla. Bir siyaha bakıyor bir bana. "Hadi git!" dedim ona. Peşimden gelemezdi, orada kalması gerekiyordu. Yanıma geldi, başını sevdim ve sonra "git!" dedim tekrar. Ayağımı yere vurdum uzaklaşsın ve siyahın yanına dönsün diye. Korkmadı ama koştu siyaha doğru... Ortada bir daha döndü, o Golden Retriever vari gülümseyen suratıyla. İçim buruldu ve "git hadi" dedim son kez. Benim netliğimi görünce koşarak siyahın yanına gitti, birbirleriyle oynayarak uzaklaştılar. Bence "ölüm" de bunun gibi birşeydi, ve içimde o iki gündür beliren kuvvetli hissi defterime not aldım: o beyaz köpek sanki benim vedalaşamadığım babamdı, ve ben babamı son kez "gördüm", ikinci kez "kaybettim". Bu sefer müthiş bir huzur ve tamamlanmışlıkla. Bir sonraki denk gelmeye dek...

Yas tutmak çok kıymetli benim için. Ama yasa tutunmak değil. Yas kutlanabilir bir şey, gülünebilir bir şey, paylaşılabilir bir şey.. Yas'ın gücü, içinde yaşanılan anın ve beraber olduğumuz canlıların değerini farkına varmakta; andan uzaklaşıp kaybolmakta, acıyla yoğrulurken duvar örmeye çalışıp, gülmeyi kanıksamada, ölen ardından kederi aşkınlaştırmada değil... Ve yas sonrasında, giden ardından hayatımda hiçbir şey değişmiyor, yaşantım aynı devam ediyorsa, hatta dağılmışsam düpedüz, belli ki içime alamamışım henüz olan biteni. Zor olsa da, büyük resmi görememiş, bana uzatılan bu eli henüz tutamamışım demektir...
Benim ölümüm de fayda olsun birilerine, kutlu olsun, büyük bir potansiyel olsun dağılıp gittiğim diğer ruhlara diye arzuluyorum. Büyük bir parti olsun ölümüm ardından, sevenler gelsin kaç kişiyse, Osho gibi, Hawaii'li Israel Kamakawiwo'ole gibi... Oh.. Düşünmesi bile güzel ve heyecan verici...
Herkesin ölümle daha yapıcı, daha heyecan verici ve daha gerçek bağlar kurabilmesi dileğiyle...
Comments