Boşluğa Akan Aşk
- oğuz çağım
- 4 Tem 2018
- 4 dakikada okunur
Her insanın içinde büyük bir boşluk vardır. Bizler de hayatımız boyunca bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde, bu boşluğu doldurmaya çalışırız. Çünkü ‘boş’ kelimesi, modern zihniyette, dolması gereken, eksik bir şeyi temsil ediyor. Halbuki boş, dolma potansiyeli olan demek. Tıpkı bilgisayarlardaki ön bellek gibi. Ön bellek ne kadar dolu olursa, bilgisayar o kadar yavaş çalışır. Bardağı bardak yapan da içindeki boşluktur.
İnsan sürekli açlık çeker. Çünkü o boşlukla yaşayamaz ve doldurmaya çalışır canlılarla veya maddelerle. Bir takım nesnelere, güzel görünmeye bağlılıklar başlar. Beğenilmek ve kabul görmek için bir takım nesneleri önemsemeler ve sahip olma isteği başlar. Onlarsız anlamsız ve sıkıcı görünür hayat. İçerideki boşluk da dolmaz bir türlü, sonu yoktur. Çünkü zaten doldurmaya çalıştıkça boşluk daha net hissedilir. Doldurmaya çabalamak demek, boşluğu daha çok farkında olmak ve ona dayanamamak demek değil mi zaten?
Bir de bazen bir kişiye yöneltilmiş ‘aşk’ ile doldurmaya çalışıyoruz bu boşluğu. Doluyor da.. Ama tabii ki evrendeki en büyük gerçek, her şeyin dönüştüğü ve bir gün varken diğer gün yok olduğu. Boşluk, tekrar kendini gösteriyor ayrılmalarda, ölümlerde, kayıplarda. Büyük bir acı yaşanıyor, kişi kendini tekrar yalnız, sevgisiz, mutsuz hissediyor. Halbuki büyük bir potansiyel açığa çıkmış durumda aslında. İçerideki boşluğun en derinlerine kadar sızmış olan ‘insani aşk’ hissi gidince, tüm o boşluk en belirgin halini alıyor. Katlanılamaz gibi hissedilen ve bir o kadar da ilahi.
‘İlahi aşk’ diye tanımladığım gerçek âşk ise, o boşluğu herhangi maddi bir varlıkla doldurmaya çalışmadan, o boşluğu en derinde hissederken o hal ile kalıp, evren ve yaşam sevgisinin o boşlukta olduğunu bilmekle tecrübe edilebiliyor. Bunun için gündelik zihnin yerini dingin, teslimiyet içinde, farkında ve odaklı bir hale bırakması gerekiyor. Meditasyon, tefekkür, odaklı farkındalık bu yüzden ruhsal yolculuğun en temelinde yer alıyor.
İlahi aşk, canlı cansız, dost düşman ayırmadan sevebilmekle tanımlanabilir. Budistler bodhicitta’yı, yani ilahi şefkatte ustalaşma yolunu dostunla değil, ancak düşmanınla çalışabileceğini söylerler. Dostuna şefkat duymak ve bunu geliştirmek kolaydır ama ya sevmekte zorlandığın düşmanınla şefkat çalışmak?
Bunun yanında, maddiyat düşünmeden, dünyevi kelamlar etmeden, ne alma verme dengesinden, ne de kendini korumaktan bahsederek yaşar âşık kişi. Bunu çok güzel özetleyen bir küçük hikaye var: dervişin biri, su dolu çukurun içine düşmüş akrebi çıkarabilmek için elini çukura sokar sokar dururmuş. Her soktuğunda akrep elini sokar, elini geri çekmek zorunda kalır ama denemekten de geri durmazmış. Onu gören yoldan geçen biri dayanamamış ve sormuş, “be adam, belli ki akrep sokacak elini yine, neden durmazsın?”. Derviş cevap vermiş, “Akreptir o, sokar, doğasında sokmak vardır. Benim de doğamda sevmek var, yardım etmeden duramam.”
Âşık kişi sorgulamaz, bilir, verir, sormaz. Çünkü boşluğu evrenin sırlarıyla, ilahi aşk ile bir olmuştur. Yanlışı olmaz. Budist öğretide aydınlanmış kişinin, karmadan yani etki-tepki yasasından özgürleştiğini söylerler. Öyle bir ustalıkla yaşar ki, yaşamının etkileri egosal tepkiler doğurmaz. Nasıl ki zeytin ağacı zeytin verir, bulutlar yağmur getirir, kuşlar öterse, o ermiş de tam ne için geldiyse dünyaya, o görevi icra eder sorgusuz sualsiz ve tam bir teslimiyetle.
İnsan öğrenmeyi, “ben bildim” dediği anda bırakırmış. O yüzdendir ki ermişler kendilerini ‘bilen kişi’ olarak değil, yolun yolcusu olarak tanımlarlar. Öğrendikçe, öğrenecek şey görünür olur. Bitmeyen bir öğrenme sürecidir bu. “Ben bilmiyorum” ile başlar ve “ben bilmiyorum” ile devam eder. Malum olur, görüntüler gelir, hisler keskinleşir, gönül gözü açılır ama “bilmek” sonsuzdur.

O yüzdendir ki, ermiş kendine ermiş demez, buddha (aydınlanmış kişi) kendine buddha demez, aşık kişiye de onu görenler aşık ismini takarlar. Nasıl ki mucizeler, yapanın gözünde mucize değilse, dışarıdan bakan ve o bilginin henüz idrakında olmayan göze mucize gibi gözükürse, aşık da kendine aşık demez. Sadece olur, yaşar, mertebelerle, sıfatlarla işi yoktur.
Ay sadece aydır. Güneş sadece güneş. Anlamlar yükleyen, duygular besleyen, düşünceler üreten şey eğitilmemiş zihindir. Her şey sadece olduğu gibidir aslında, çok sevdiğim o Zen öğretisi gibi: Zen’den önce dağlar dağ, ağaçlar ağaçmış. Zen sırasında dağlar ruhların tahtı, ağaçlar ise bilgeliğin fısıltılarıymış. Zen’den sonra ise dağlar yine dağ, ağaçlar yine ağaç...
Âşık da bizim gözümüze âşık görünür ama kendi gözünde insan olmayı öğrenmeye çalışandır, kuldur, basit bir candır, bir yandan her şeyle birdir, bir yandan da kendi vazifesinin idrakındadır. İçindeki boşluğunu, maddelerden, görsel duyusal maddesel dünyadan çektiği enerjisiyle büyüten ve bir yandan da evrenin sevgisiyle doldurandır. Varlığını ve yaşamını sanata döndürendir.
Âşk, varlıkta onu yaratanı görmektir, derler. Gündelik hayatta sıkça kullanılan aşık olmak deyimi de aslında bir varlık yardımıyla içerideki boşluğu doldurmaktır. Aşk, dünyevi bir duygu olarak yönlendirilen o canlıya zincirlenirse, takıntıdan başka bir hal almaz. O gidince sanki içerideki duygular da gitmiş gibi bir sanrı içine düşülür. Âşk, kişiden yaratana (ister Allah, ister Evren, ister Doğa) ulaşırsa büyütür, olgunlaştırır, öğretir, her iki kişiyi de özgürleştirir. Aynı zamanda aşkı da büyütür. Aşk, o kişiye ilişkilenirse hapseder, mutsuz eder, kıskançlıkla, kaybetme korkusuyla yüzleştirir.
Çok şanslıyım ki ilahi aşkı yaşamak, bir cana yönlendirmeden, kendi halimde yaşamak mümkün oldu benim hayatımda. Renkler değişti, sesler değişti, ışık değişti, içim değişti. Bu cennet benzeri anlar, zihnimin yargılamaları ve egomun devreye girmesi ile durdu. Tekrar dengelenmem, nefesime ve ana dönmemle devam etti. Böyle bir deneyim yaşayabildiğim, bu hali öğreniyor olduğum için çok şanslıyım.
Meditasyon anlatmaya, bu konularda çemberler yapmaya ve Yinzivalara devam etmeye heyecanım ve hevesim daha da arttı. Umarım bu yazıyı okuyanların da yaşamın bu huzurlu kapısını aralama merakı oluşmuştur. Tek başına yürünen bu yol, hep beraber tamamlayabildiğimizde sonlanacak ancak. Beraber yollarda daha çok yürüyebilmek dileğiyle…
Sevgiler.
Son not: Sayfa ziyaretçilerine bir de davetim var.
Burası kişilerin ön bir ödeme veya koşula bağlı olmadan girip, yazıları okuyabileceği bir ortam. Fakat bu durum bizlerin birbirimize destek olması, teşekkür etmesi, beslemesi, bağları derinleştirmesine engel olmamalı.
Davetim, alışılagelmiş olan "para (bedel) ödenir mal - hizmet alınır" soğuk ve otomatik döngüsünü, armağan, gönül bedeli, takas, paylaşım gibi yöntemlerle, sadece fiziksel form (kitap, dergi, kaset, vb maddeler) alışverişine bağlı kalmadan, zorunluluk hissetmeden, sıcak ve aktif bir hale dönüştürmek üzerine.
Para ve teşekkür ile ilişkilerimizi kolaylaştırabilmek, güçlendirebilmek, hayatlarımızı daha iyi destekleyebilmek adına, sizlerden gelecek hediyelere, takaslara, bağlantılara, maddi ve manevi tüm paylaşım ve desteklere kendimi açıyorum ve sizleri de bu derin paylaşıma davet ediyorum.
Bir gönülden sarılma, bir mektup paha biçilemez olabilirken, paranın kendisinden de armağan olabilir.
Yeter ki kendi kaynaklarımızın armağan ederken dengeyi bulabilelim... Bana armağan göndermek isterseniz, mesaj veya mail ile ulaşmaktan çekinmeyin :) Şimdiden çok teşekkürler!
Comments