top of page

İnziva Dönüşümleri ve Faydaları

  • oğuz çağım
  • 27 Şub 2018
  • 6 dakikada okunur

2015 yılında katıldığım bir inziva hayatımı değiştirdi. Vipassana ismindeki o özel inzivada bedenimle ilişkimi, zihnimle ilişkimi, dış etkenlerle ilişkimi, yemekle ilişkimi gözlemleyebildiğim, son derece arındırıcı, meditasyon dolu bir 10 gün geçirdim. (Vipassana meditasyonu inzivası ile ilgili iki yıl önce bir yazı paylaşmıştım. O yazıya bu linkten bakabilirsiniz). Farkında olmadan yaşadığım, hatta yaşadığım demem doğru olmaz, farkında olmadan tıpkı rüzgarda savrulan bir yaprak gibi savrulduğum hallerimle yüzleştim, gördüm ve bazı alışkanlıklarımdan özgürleşmeyi, bazılarından da nasıl özgürleşebileceğimi öğrenmeyi deneyimledim.

Hayatımdaki ikinci önemli inzivam da yoga ve meditasyon üzerineydi. O inzivada da hayatımı değiştiren, hem de kalıcı şekilde değiştiren deneyimler, fark edişler yaşadım. Yinziva isimli inzivaları düzenlerken hissettiğim motivasyonları sizlerle de paylaşmak adına, bu yazıda yaşadığım dönüşümlerden bahsedeceğim.

Vipassana inzivasında fark ettiğim ve önceki yazıda bahsettiğim bir kaç önemli notu bu yazıya da taşımak istiyorum:

Beden ile ilişkim: 'Bedenim' demek "ben" demekti inzivalara katılmadan önce. Beden'in 'ben' olmadığını öğrendim. Hatta inzivalar öncesinde eşyalarım demek de ben demekti. Trafikte, arabasını bedeninin bir uzantısı sanan onlarca insanın düştüğü yanılgıya ben de düşmüşüm meğerse. Bu "benim arabam, benim vücudum", yani "ben" merkezli hayat aynı zamanda "benim" olan her şeyi de aşırı korumacı bir şekilde ele almama neden oluyormuş... Halbuki her şey geliyor ve geçiyor. Biraz önce bir kuş ötüyordu, şu an ötmüyor; biraz önce belime bir ağrı girmişti, şu an o ağrı yok; ayağım uyuşmuştu, ben kendi odağıma dönebildiğimde geçti... Şikayet etmeye, "sorun bulmaya" odaklanmaya gerek yok. Beklemek çoğu şeyin çözümü. Ya cevap gelip beni buluyor ya da "sorun" ortadan kalkıyor. 'Doğru' bakış sorunların çözümünü getirmiyor, sorunları yok ediyor.

Alışkanlıklar: Ne kadar çok alışkanlığım varmış. Bir gün aslında ne kadar uzunmuş. Bir güne, istendiğinde ne kadar çok şey sığdırılabiliyormuş. Tabii ki farkında olarak. Vipassana'nın en temelinde yaptığı şeylerden biri alışkanlıkları farkına varmak. Cep telefonu, kitap, müzik, hatta zihinden düzenli olarak geçen düşünceler, gün içinde vakit geçirdiğin ne varsa uzaklaşıp, sonra gününü gerçekten ihtiyaç duyduğun şeylerle baştan kurgulamak, tahmin ettiğimden daha çok alan yarattı benim için. Aslında günün kısa olmadığını, günü farkında olmadan alışkanlıklarla yaşamanın günü ne kadar kısa yaptığını öğrendim.

Sessizlik: Konuşmadan neler anlatılabileceğini, neler anlanabileceğini öğrendim. Gerçekten. Meditasyonlar sırasında sağımda oturan 50'li yaşlarında bir Sikh (Sikhizm dini mensubu) vardı, beyaz sakallı, sevimli biri. Her gün yanına oturmak büyük bir keyif veriyordu, aramızda hiç konuşmadan bir bağ olmuştu. Çalışmalar sırasında önümde oturan bazı kişilerin neler hissettiğini ben de içimde hissettim. Arkamdaki kişilerin bazen nasıl sıkıldığını ve çıkmak istediklerini "duyumsadım". Son gün 10 günlük konuşma orucu bittiğinde, insanların ilk yaptığı şey sessizce göz göze gelip sarılmak ve yanındakini kutlamak oldu; konuşmak değil. Konuşmak elzem değildi artık çünkü. Yine de sonradan konuştuk tabi ama bu sefer sessiz sessiz ve tane tane...

Algı: Meditasyonlar sırasında "beceremediğimi" düşündüğüm zamanlarda gözümü dışarıya dikmiştim ve başkaları ile kendimi kıyaslayıp, kendimi haksız yere zayıf ve beceriksiz görüyordum. Halbuki herkes kendi ile kıyaslanabilirdi ancak. Herkes kendi içinde bir ilerleme katediyordu. Herkes tekti, ama hepimiz bir bütündük. Birimizin kendi içindeki gelişimi, hepimizi derinden etkiliyordu. Diğer yandan da herkes çok iyiydi, başarılıydı. Çünkü o çalışmaya katılma cesaretini gösterdik.

Fazlaca Düşünmek: İnzivada fark ettim ki zihnimdeki düşünceler, ipini koparmış hiperaktif bir köpek gibi her yöne doğru kontrolsüzce savruluyormuş. Ben buna "düşünmek" diyormuşum. Halbuki düşünmek bir konu üzerinde, izin verdiğim zamanda yapılan bir zihin aktivitesi. Neden? Ben zihni diğer organlar gibi görüyorum. Diyorum ki kollar, bacaklar istemsiz bir şekilde benden bağımsızca hareket ediyor mu? Hayır. Peki ben neden zihni böyle kontrolsüzce bırakmışım yıllardır? Nereye gitmek isterse oraya gidiyor ve beni de peşinden sürüklüyor sürekli... Üstüne üstlük bu kontrolsüz düşünceler, ipini koparmış enerji yüklü bir köpek gibi bazen çöplüğe, bazen çamura giriyor ve ben kendimi çöp sanıyorum kirli sanıyorum; bazen çiçek bahçesinde hoplayıp zıplıyor, kendimi mutlu sanıyorum vs vs... Gerçek nedir? Gerçek, ben kolum değilim, ben beynim de zihnim de değilim. Düşüncelerin, kontrolsüz bıraktığımda bana ait olmayan, benim seçmem için sunulmuş milyarlarca ihtimali bana sunan bir çarkıfelek olduğunu anladım. Budist felsefede, "Ben düşünüyorum" dediğime göre ben ve düşünce farklı varlıklardır; deniyor. Ben de düşüncelerimin garipliğinden sıyrılmayı, "bunu ben mi düşünüyorum" diye şaşırmak yerine "hımm yine kontrolsüz bıraktım, saçmalıyor" demeyi, bunu hoş görmeyi ve düşüncenin doğasını olduğu gibi kabul etmeyi öğrendim. Ben onu olduğu gibi kabul edince, zincir takmaktan vazgeçince, ama gereksiz şımartmaktan ve kontrolsüz bırakmaktan da vazgeçince, o da daha usulca geldi yanıma, Tao Te Ching'deki paradoksları kanıtlarcasına.

Tahammülsüzlük: Gürültü de zihnimin içinde. Benim düşüncelerim gibi, egom gibi, hırslarım gibi, ideallerim gibi.. Eğitimin 4. gününde, çalışmalar sırasında ağzından sürekli değişik sesler çıkaran kişinin aslında özel bir durumu olduğunu fark ettim. Kendini durduramıyordu. İlk gelişi değildi fakat daha çok çabalaması gerekiyordu. Bunu ilk fark ettiğimde biraz kendimden utandım ama sonuçta biraz mahcup da olsam, yine de özel bir durumu olan birine ayrı bir yerde eğitim vermeleri gerekiyordu diye düşündüm. 6. gün civarında gompa (meditasyon salonu)'da meditasyonda iken seansın bir noktasında o kişinin salonda olup olmadığını düşündüm. Çünkü ya o salonda değildi ya da ben onu artık duymuyordum. Sonra fark ettim ki çıkardığı seslerin sıklığı azalmış. Önce aşırı mutlu oldum, onun bu ilerlemesini fark edince. Ertesi gün ise onu duymayı özellikle istedim. Anladım ki sabah saatlerinde gelen tatlı kuş sesleri, ezan veya diğer inanışların dua sesleri, o kişinin çıkardığı sesler, hepsi benim zihnimdeki etiketlerle "iyi" veya "kötü" oluyormuş. Ben hepsini "iyi" olarak etiketledim. Sorun çözüldü de diyemiyorum çünkü aslında sorun da zaten yokmuş.

Etiketler: Tahammülsüzlük başlığında da belirttiğim gibi, hayatta her şeyi bir etiketle var ediyoruz. Bir şeyin iyi mi kötü mü olduğuna o etiketlerle bakıyoruz. Yıllar öncesinden koymuş olduğum bir etiket, nedenini hatırlamasam bile, farkında olmadan hayatımı etkiliyor, zihin aynı olaya aynı etiketle bakıyor. Halbuki "dış etmen" olarak gördüğüm şeyi sorgulayacağıma, kendi koyduğum etiketi sorguladığımda, çok daha kolay ve hızlıca kalıcı çözümlere ulaşabiliyorum.

Budist felsefede dünyada yaşadığımız tüm sorunların kaynağı ego ve bağlılık - bağımlılıklar (attachements) olarak veriliyor. Yani, zaman zaman denk geldiğim yarı şaka yarı ciddi "hayatın anlamı nedir, mutluluğun formülü nedir" gibi soruların cevabı, yine egoda ve bağlılıklarda gizli. Ben varlığımı bir dinin takipçisi olarak tanımlamıyorum ama okuduğum budizm, sufizm, hinduizm, taoizm gibi kaynaklarda gördüğüm benzer olguların, kendi tecrübelerimde aynı dinamikleri çalıştırdığını ve bahsedilen çözüm yollarını izlediğimde, kalıcı sonuçlar elde edebildiğimi gördüm.

Bağlılık kelimesini açmak iyi olacak. Bağlılık, ingilizce deyimiyle 'attachement' kelimesinin Vedik Sanskrit ve Pali dillerindeki asıl karşılığı 'Upadana' olarak belirtiliyor. Kelime anlamı 'yakıt' olan kelime, Budist felsefede 'tutunmak, bağlanmak, enerjilenmek için ihtiyaç duyar hale gelmek' şekillerinde kullanılıyor. Buda (Shakyamuni Buddha), bağlılığı 4 şekilde grupluyor: duyusal hislere bağlılık, yanlış görüşlere bağlılık, geleneklere ve ritüellere bağlılık, egoya - bireysel varoluşa bağlılık. Bunların hepsini teker teker gözden geçirmek, üzerine çalışmalar yapmak, zihinsel ve ruhsal özgürleşme için kritik öneme sahip adımlar. Amaç, başlangıç seviyesinde hayatımızdaki bağların tümünü kesip atmak değil, sağlıksız olanları, hayatı huzurla yaşamanın önünde engel oluşturanların bağlarını kesmek.

Bağlılıklar bir yandan enerji aldığımız birer enerji kaynağı iken, diğer yandan bu dünyada hiçbir şey kalıcı olmadığı için, vakti geldiğinde kaynakla kurulan bağ dönüşmez ise, o kaynağa mecbur bir beslenme hali yaratıyor. Bağ, bir takım nedenlerle ortadan kalktığında, bağın büyüklüğüne göre kişide büyük bir çöküntüye neden oluyor. Tıpkı annenin bebeğini emzirmesi ve bir noktada onu memeden ayırması gerektiği gibi (bu örnekte bu bağın varlığı değil, vaktinde kopmaması sağlıksız bir hissiyat bırakabilir). Buda bu konuyu şu güzel örnekle açıklıyor: "Dereyi geçmek için kayığa ihtiyaç vardır fakat dereyi geçtikten sonra kayığı sırtında taşıma".

Bu enerji veren değil enerjiyi tüketen bağlılıkları, bağlılığı yaşarken ve genelde o bağlılığı normalleştirmiş bir zihinle gözlemleyebilmek çok zor. Gözlemlense bile, onun içinden çıkmak, sağlıklı bir şekilde bağdan tamamen özgürleşmek, aynı ortamın içindeyken mümkün olamayabiliyor. İlk yardımın ilk kuralı, önce kendini ve ortamı güvenli hale getirmek ve sonra müdahale etmek. Aynı kuralı ben hayatımın her anında uyguluyorum. Eğer bir konuda yardıma ihtiyacım varsa, önce yardıma ihtiyaç duyduğum durumdan, konudan, yerden, ortamdan uzaklaşmanın ve bu konuda bana ayna tutacak kişilerin yanına gitmenin yollarını arıyorum. Güven ortamında, doğru aynalama ve doğru yönlendirmelerle her büyük problemin çözümü aslında sadece bir anlık bir fark edişle gerçekleşiyor. Bazen de iyileşmek için alınacak yolun ilk adımını atmaya fırsat sunuyor. Yol, yürünmeye başlandığında, armağanlarını sunmaya başlıyor... Ödüller yol boyunca toplanıyor ve amaç yolu bitirmek değil, sadece yürümeye başlamak ve minik minik adımlarla dahi olsa (ki çoğu zaman sindire sindire atılan adımlar daha büyük fayda sağlıyor) yola devam etmek.

Benliğin hayatta yarattığı sıkışmaları ve bağlılıkları fark etmek, zihni kontrol etmeyi öğrenmek, daha sağlıklı bir beden için doğru beslenmeyi öğrenip, fiziksel - enerjisel pratikler uygulamak daha huzurlu ve sağlıklı bir yaşam için gerekli adımlar. Bu adımları öğrenmek, deneyimlemek, kalıcı ve şefkatli bir öz disiplin yaratmak, aynı yolda yürüyen diğer insanlarla tanışmak ve topluluk enerjisiyle bütünleşip, yalnızlık illüzyonundan sıyrılmak için inzivalar, kişinin kendine verebileceği en değerli armağanlar. Bazen sadece taktığınızı fark etmediğiniz bir gözlük nedeniyle sıkıntılar yaşıyor olabilirsiniz. Kendinize zaman zaman, gereksiz gözlüklerinizi farkına varmak için bir armağan vermeyi lütfen unutmayın.

Sevgiyle

Son not: Sayfa ziyaretçilerine bir de davetim var. Burası kişilerin ön bir ödeme veya koşula bağlı olmadan girip, yazıları okuyabileceği bir ortam. Fakat bu durum bizlerin birbirimize destek olması, teşekkür etmesi, beslemesi, bağları derinleştirmesine engel olmamalı. Davetim, alışılagelmiş olan "para (bedel) ödenir mal - hizmet alınır" soğuk ve otomatik döngüsünü, armağan, gönül bedeli, takas, paylaşım gibi yöntemlerle, sadece fiziksel form (kitap, dergi, kaset, vb maddeler) alışverişine bağlı kalmadan, zorunluluk hissetmeden, sıcak ve aktif bir hale dönüştürmek üzerine. Para ve teşekkür ile ilişkilerimizi kolaylaştırabilmek, güçlendirebilmek, hayatlarımızı daha iyi destekleyebilmek adına, sizlerden gelecek hediyelere, takaslara, bağlantılara, maddi ve manevi tüm paylaşım ve desteklere kendimi açıyorum ve sizleri de bu derin paylaşıma davet ediyorum. Bir gönülden sarılma, bir mektup paha biçilemez olabilirken, paranın kendisinden de armağan olabilir. Yeter ki kendi kaynaklarımızın armağan ederken dengeyi bulabilelim...

Commentaires


Öne Çıkanlar
Etiketler
bottom of page