top of page

Yol

  • oğuz çağım
  • 19 Oca 2017
  • 6 dakikada okunur

“Öğretiler (Dharma) üzerine çalışarak hayatınızın sakinleşeceğini asla düşünmeyin. Takip edilen öğretiler (Dharma) terapi değildir. Aslında, terapinin zıttıdır.

Öğretilerin (Dharma’nın) amacı hayatınızı karıştırmaktır. Hayatınızı tepetaklak etmek için vardır. Eğer istediğiniz de buysa neden şikayet edesiniz ki?

Diğer yandan öğretiler (Dharma) eğer hayatınızı tepetaklak etmiyorsa, bir işe yaramıyor demektir. Bu tür bir öğretinin (Dharma’nın) yeni nesil modernist metotlardan bir farkı yoktur...”

Dzongsar Khyentse Rinpoche

Dharma terimi evrenin kanununu içeren yol, erdemler bütünü, Buddha’nın tüm öğretileri anlamına geliyor ve günümüz dünyasındaki “Spiritüel Gelişim” tanımını da kapsıyor diyebiliriz. Amacı, bireyin mevcut “gerçeklik” illüzyonundan uyanması ve asıl gerçeğe ulaşıp, tüm Dünyevi acılardan, bencil benlik duygusu ve kendini etiketlediği bağlardan kurtulması. Tasavvuftaki Kâmil insan tanımı da aynı kapıyı aralıyor.

Kısaca elimden geldiğince bu “aydınlanma” – “uyanış” halini betimlemeye çalışayım. Artık ikiliklerden uzaklaşmış (iyi – kötü illüzyonu), benlik duygusundan (ego) ayrılıp birliği idrak etmiş, 5 duyu merkezinde kabul edilmiş mevcut Dünyevi boyut gerçekliği ile ilgili tüm etiketlediği bağlantıları (attachement) koparmış hal.

Bu çok “uzun” (kmler ve saatler cinsinden ifade edilmesi mümkün olmayan, ancak milyarlarca an veya milyonlarca öğretinin içselleştirilebilmesi ile tarif edilebilecek bir birim) bir yol. Her bir öğreti, hayatımızdaki farklı bir an’ı anlamlandırıyor. Ve aynı zamanda her an eşsiz. Hatta evrendeki her bir an, algılandığı ve “yaşandığı” her bir varlık için ayrı ayrı eşsiz. Bu eşsizlik içinde hepimizin aynı yoldan yürümesi mümkün bile değil ki zaten yürüsek bile, her birimizin algısı farklı olduğundan tecrübeler de farklı olacaktır. Dolayısıyla bu dünyadaki trilyonlarca varlık için kesişen her bir an, o varlık için, o anki bilinçdüzeyine özel bir deneyim oluyor.

Yani Titanik’in batması bir grup insan için facia, başka bir grup insan için önemsiz, bir grup mühendis için utanç, balıklar için yemek ve saklanacak yeni evler, gemideki pişmeyi bekleyen ıstakozlar için mucize ve deniz için yeni mineral kaynağı anlamına geliyor. Fakat Titanik kazasından kurtulan ve bu olay için “facia” etiketini seçen biri için, kurtulma çalışmaları sonucunda tanıştığı hayatının aşkı ile evlenmesi sonrası olaya dair etiketin, “büyük bir şans” olarak değişmesi de mümkün... Velhasıl o anki ihtiyacın ne ise, olayı da o ihtiyaç çerçevesinde, o bilinç seviyesinde etiketleyebiliyor zihin. Halbuki “Titanik’in batması” başlı başına sadece bir olay, nedenleri olan, sonuçları olan. “İyi – kötü” etiketi ise her varlığa göre değişiyor.

Şöyle bir Zen söylencesi varmış:

Zenden önce dağlar yine dağ, ağaçlar yine ağaçmış.

Zen boyunca dağlar ruhların tahtı, ağaçlar ise bilgeliğin fısıltılarıymış.

Zenden sonra ise dağlar yine dağ, ağaçlar ise yine ağaç.

Tasavvufun Şeyh-i Ekber (en büyük şeyh)’i Muhyiddin Ibn-i Arabi diyor ki; “Allah’a giden yollar mahlûkatın adedincedir.”. Bu yolları da ikiye ayırıyor; 1. Yol: Varlıktan Allah’a ulaşmak (aslında fizik biyoloji kimya astronomi gibi bilimlerin ilerlediği yol. Einstein ve Tesla’nın yolları, CERN’de yapılan deneyler, Stephen Hawking’in evren ve Tanrı teorileri vs); 2. Yol: Allah vasfıyla işaret edilen manâyı idrak edip, tabiri caizse Allah’tan alemi izlemek (Dini, inanca dayalı, spiritüel yol).

Bazen kafam karışıyor. İlerlediğim yola bakıyorum. Öğrendiklerime bakıyorum. Olduğum hale bakıyorum, ilişkilerime bakıyorum ve Dünya’ya bakıyorum. Sanki tüm Dünya, tüm ilişkilerim, yaşadığım yer hatta gökyüzündeki bulutlar benim yüzümden karmakarışık bir hal almış gibi hissediyorum. Üzülüyorum, daha derine iniyorum, daha çok okuyorum, daha çok anlamaya çalışıyorum. Ne 1. yoldaymışım gibi hissediyorum ne de 2. yolda. Daha da batıyorum bu şekilde, sorgulama şüpheye dönüşüyor, inanç ve teslimiyet yerini hayal kırıklığı ve yaşadığı yüksek acı nedeniyle bir anda kendini korumaya almış kuvvetli benlik bilincine bırakıyor. Çırpındıkça bataklık daha da içine çekiyor beni. Ve tabi geçmiş olsun. Lao Tzu’nun Tao’nun paradoksları başlıyor işlemeye:

Be broken to be whole, Tam olmak için kırıl

Twist to be straight. Düz olmak için eğil

Be empty to be full. Dolmak için boşal

Wear out to be renewed. Yenilenmek için yıpran

Have little and gain much. Aza sahip ol ve çok kazan

Have much and get confused. Çok’a sahip ol ve kafan karışsın

Gerçekten sınanıyorum: “Ancak tam bir teslimiyetle gerçek manâya ulaşabilirsin. Bir sorun olduğunu düşünüyorsan orada teslim ol(a)madığın bir durum vardır”. Evet zaten yaşadığım şikayet hali bir isyan hali yaratıyor. Evet teslim olamıyorum o duruma, duyguya, halime, farkındalığa... İlk yaptığım kendime dokundurmak oluyor bazen, “gördün mü?” diyorum, “hiç de okuduğun, yazdığın, konuştuğun kavramların içinde değilsin, sadece bir şeyler okumuş, bilmişsin ama ancak bir bilge bildiklerini uygulayabilir”. Bu bir yandan canımı yaksa da hemen ardından iyi geliyor. “Bir dakika” diyorum kendime yine. “Ben zaten bilge değilim ki, aydınlanmadım, 5 duyu dünyasında yuvarlanan, ham bir can’ım ben”... Bunu diyebildiğim anda, bir rahatlama geliyor. Fark ediyorum:

Ben Mevlâna veya Şems değilim, gerçek manâdaki Âşk ve sevda ile göreyim tüm insanları ve dünyayı. Ben Buddha veya Guru Rinpoche değilim, her olayın arkasındaki karmayı, karmamı ve benim içimdeki yansımasını o anda seçebileyim. Ben İsa değilim, her gelen acıya buyur edip, her acı çektiğim sebep / kişi için şükredebileyim. Ben yoldayım.

Ben yolun sonunda değilim. Gördüm, okudum, biliyorum (artık şu anki bilinç düzeyimle ne kadar bilebiliyorsam) ama orada değilim. Ben sadece “YOL”umdayım, bana eşsiz olan, bana özel olan, benim için tasarlanmış ve fakat benim de seçimlerime izin veren bir yol. Ortayolculuk hali...

Çokluk kafamı karıştırıyor. “Oldurmaya” çalıştığımı fark ediyorum çoğu zaman bir şeyleri. Ben anladım ve idrak ettim ya, tamam diyorum hadi, hemen şimdi olsun. Meditasyonu öğrendim ya, hadi Kalachakra Tantra uygulayayım. Olan biten her şeyi her bir an benim gözümde bana özel etiketlerle anlayabildiğimi öğrendim ya, hemen etiketleri yok etme peşindeyim. Tüm evren sevgi enerjisi ile besleniyor ya, hemen herkesi sevmeye zorlayayım kendimi. Nepal’deki Kopan Manastırı’nın kurucularından Lama Zopa Rinpoche, Batı’dan gelen öğrenciler hakkında diyor ki: “Batı Dünyasından gelen öğrencilere şaşırıyorum, çok azimliler, hemen hızlı bir şekilde öğrenip, bir an önce aydınlanmanın yollarını arıyorlar. Buralılar ise öyle bir teslimiyet halindeler ki, bu hayatta aydınlanmaya ulaşma derdinde değilller. İki kültürün arasında çok güzel bir denge noktası var aslında”.

İlerlemek için ileriye değil, bu ana bakmak gerekir. İleriye bakan göz bu anı’ı kaçırır. Kaçan her an, evren zamanında aynı döngünün tekrarı, yerinde saymak anlamına gelir. Bu dünyada dakikalar dönse bile, ruhumuz aynı anda sabit kalır.

Bu an’da ne var? Ben neden kendimle mücadele ediyorum? Neden “kalıplar üstü” olan bir dünyaya ulaşmaya çalışırken, özgürleşmeye, gerçek kendimi açığa çıkarmaya çabalarken kendimi yeni bir kalıba sokuyorum? Ben kim olduğumu ve bu anı olduğu haliyle kabul edemezsem, itiraf edemezsem, kendi halimi şeffaf bir şekilde ifade edemezsem, yani şu anı hakkıyla yaşayamazsam, nasıl ilerleyebilirim ki bir sonraki an’a?

Sonra çıkıyor ortaya arka raflarda gizlendiğini sandığım ama aslında tam da gözümün önünde duran defterler... Şu anda bunlar var işte. Bir takım etiketler, üstüme giydiğim kıyafetler, kimlikler, kalıplar, başarısızlıklar, düşmeler... Başlıyorum açmaya. “Öfkenin anlamsızlığını bilsem bile bana haksızlık yapıldığı zaman kendimi tutamıyorum ve çok hızlı öfkelenebiliyorum”. “Birlik halini hissetmeye çalışsam bile kendimi yalnız hissettiğim, sosyal medya üzerinden yalnızlığımı giderdiğim anlarım oluyor.”. “Aşık olduğum kadın ile yollarımız ayrı, ne kadar şefkat ve kalbimi açmak üzerine çalışsam da ona ihtiyacı olanı veremiyorum”. “Paylaşmaya, mülksüzlüğe inansam da bazı zamanlar parasızlık endişesi taşıyorum, paylaşmakta vermekte zorlanıyorum”. “Kitap okumak ve pratiklerimin beni yolda tuttuğunu bilmeme rağmen bazen sadece bilinçsiz bir şekilde bilgisayarda fal bakıyorum”. “Özgür aşka inansam da, sevgilimin başkasına ilgisi olduğunu gördüğümde kendimi değersiz ve ilişkimi tehdit altında hissedebiliyorum”... Herbirinin daha derinlerde bazı duygularla, geçmişle bağları var. Dalıyorum içlerine.

Ah! Kimse yok etrafımda. Kendimi görüyorum önümde, yıpranmış, üzülmüş, korkmuş bir halde. Sarılıyorum ona şefkatle, merhametle. “Olsun” diyorum. “Sen yine de güzelsin, iyisin.” “Yapabilirsin!”. Acıma tutunmuyorum, onu benliğimle bütünleştirmeden görüyorum, yaşıyorum. Biliyorum ki bu an da geçecek, öğreniyorum. Yolum aydınlanıyor bir anda. Gözümün önünü kaplamış, kendimi olduğumu düşlediğim yerin posteri kalkıyor ve şu anki gerçekliğe geliyorum. Karnımda bir garip his (hazmediyor şu ana kadar saklanmış ama artık ifade bulmuş gerçekleri), gözlerim doluyor itiraf edilenlerle birlikte özgürleşen duyguların yoğunluğuyla. Yokmuş gibi yaptıkça güçlenen ve köklenenler, itiraf edilince nasıl da uçuşuveriyor bir anda... Ferahlıyorum. Daha da ferahlayacağım...

Ben, inanç duyduğum, varlığından, okumaktan, dinlemekten büyük umut, keyif, huzur ve motivasyon bulduğum o yerde, o kim bilir ne kadar uzaktaki o posterin içinde değilim. Ben yoldayım. Yol uzun ve zorlu. Bu yolun amacı, yaşadığım hayatı tepetaklak etmek ki zincirler, sağlıksız bağlantılar, yargılar, travmalar kırılsın. Şimdi tekrar bakıyorum yazının başındaki halime. Gülümsüyorum. Bu da yolun bir parçası. Alınması gereken alındı bir şekilde. Döngü farkına varıldı veya belki kırıldı. Bu an’ın eşsizliği ve özel oluşu olabildiğince ince bir şekilde ifade buldu. Bulan ifade okuduklarımla, öğrendiklerimle, başkalarının bana söyledikleriyle, kısacası benim dışımdaki herhangi bir şeyle karşılaştırılmadı, test edilmedi, eleştirilmedi, yargılanmadı (en azından ben bunu kendi kendime yapmadım). Ve şifâ geldi. Dalgalanan içim duruldu. Özümden, kalbimden bir ışık çıktı, etrafımı sarıp sarmaladı... Sıcacık oldu vücudum, nefesim sakinledi...

Bir anda yeniden tatlı bir yer oldu dünya, bu ev, bu hayat. Son 1 saat içinde çok bir şey değişmedi aslında burada. Sadece ben nasıl bakıyorsam, öyle oldu.

oğuz çağım

Son not: Sayfa ziyaretçilerine bir de davetim var. Burası kişilerin ön bir ödeme veya koşula bağlı olmadan girip yazıları okuyabileceği bir ortam. Fakat bu durum bizlerin birbirimize destek olması, teşekkür etmesi, beslemesi, bağları derinleştirmesine engel olmamalı. Davetim, alışılagelmiş olan "para (bedeli) ödenir mal - hizmet alınır" soğuk ve otomatik döngüsünü, armağan, gönül bedeli, takas, paylaşım gibi yöntemlerle, sadece fiziksel form alışverişine bağlı kalmadan (kitap, dergi, kaset, vb maddelere bedel ödemeden), zorunluluk hissetmeden, sıcak ve aktif bir hale dönüştürmek üzerine. Para ve teşekkür ile ilişkilerimizi kolaylaştırabilmek, güçlendirebilmek, hayatlarımızı daha iyi destekleyebilmek adına, sizlerden gelecek hediyelere, takaslara, bağlantılara, maddi ve manevi tüm paylaşım ve desteklere kendimi açıyorum ve sizleri de bu derin paylaşıma davet ediyorum. Bir gönülden sarılma, bir mektup paha biçilemez olabilirken, paranın kendisinden de armağan olabilir. Yeter ki kendi kaynaklarımızın armağan ederken dengeyi bulabilelim...

Comments


Öne Çıkanlar
Etiketler
bottom of page