top of page

Akışta hayat var...

  • oğuz çağım
  • 10 Oca 2017
  • 4 dakikada okunur

Sadece ne varsa onu çıkaracağım şu an. Beni heyecanlandıran bir kaç fikir var aklımda yazılmayı bekleyen ama yazmaya başladığım anda yabancılaşıyorum son zamanlarda. Önceki yazı denemelerimde de benzer bir şey olmuştu. Dün bir dostumun dediği halden de kaynaklı bir de; neden yazıyorum? Paylaşmak için mi yoksa sadece egomu mu besliyorum.

Ben ne için geldim bu hayata? Bir görevim var mı? Bu görevi ne kadar anlayabiliyorum? Ne kadar yönlendirebiliyorum hayatımı?

Şu an şunu görüyorum hayatımda net bir biçimde: Yaşayacağım bir şeyler var. Oraya öyle veya böyle gideceğim, o noktadan geçeceğim, o kişi ile tanışacağım, o manzarayı göreceğim. O noktaya gelene kadar geçen anlar, aynı an aslında. Şems'in de dediği gibi: "Kader; yolun tamamını değil, sâdece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir. Ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse, ne hayâtın hâkimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin. Bir anlamda, zâhirde muhtar, hâkikâtte mecbursun..."

Hayat döngülerden kurulu, örüntüler var, Doğu'da buna karma demişler. Döngünde kaldığın sürece aynı zamanı yaşıyorsun, döngüyü kırdığın an, ruhun zamanı ilerliyor, yani başka bir an'a, boyuta geçiyorsun. Saat bu dünyaya ait, dünyadan uzaklaştığın anda tüm işlevini yitiriyor, ruhun akışı ise bambaşka.

Nasıl anlatılır bilemiyorum. Bir kişi ile tanışıyorum, hiç de kontrol ettiğim değil, tam da akışta kaldığım bir anda ve iletişim başlıyor bir şekilde. O ilk tanışma anında gözlerinin içine bakınca anlıyorum artık, yine bir araya geleceğiz, bir ortak noktamız var, bizi çeken bir şey var. Yeniden karşılaştığımda zihnimde gözlerinin içine o ilk baktığım anın görüntüsünü çok kolayca bulabiliyorum. Hayatımda böyle insanlar var. Ve biliyorum, bir şey yaşayacağız, paylaşacağız, belki hep beraber olacağız bundan sonra, belki de bir noktada yardımımız dokunacak birbirimize ve uzaklaşacağız. Böyle yerler de var. Hayvanlar da.

İlk buluşma, vedalaşmadan farksız aslında. Merhaba demekle güle güle demek aynı. Onu tanıyıp sevmekle, vedalaşıp sevmek arasında hiçbir fark yok. Olacak olan olduktan sonra o kişiyi sadece alıştık diye "biriktirmek" anlamsız. Bu sadece başka bir döngüden çıkmama arzusu, korkmak. Direniyoruz. Biriktiriyoruz. Saklamaya çalışıyoruz. Bizim olmayanı bizimmiş gibi "korumaya" çalışıyoruz. İnat ediyoruz, bırakmıyoruz. Bir arkadaşımın dediği gibi, ilişki sonuna geldiğinde devam ettirmeye çabalamak, bırakmaktan daha zor bir hale geliyor, aynen öyle. Ben de ona diyorum ki ilişkinin başında ise bırakmaya çalışmak, devam ettirmekten daha zor geliyor... Doğal olan, doğru olan... Eğer doğru varsa.

Ağlamak o an'ı kazanmaktır. Farkediştir, taa en diplerine kadar. O "gerçekliği" fark ettiğinde "dank" eder ve o zaman o yoğunluğu, gerçek an'ı yaşayabilirsin. O yüzden kaybedince de ağlar insan, kazanınca da. Ağlatan gerçeklik çünkü. Bebekler ve çocuklar o yüzden çok kolay ağlar. Çünkü hep andadır onlar, her anı o anın değerini bilerek yaşar, zihin mesaisi çok çok azdır. Ve her "kaybedişte" ağlarlar. Büyüdükçe içinde olduğumuz andan uzaklaşırız, konuşurken, dinlerken, yaparken, dururken hep zihinde başka şeyler vardır, depoya gider hep o anlardaki ifade bulmamış duygular. Biri "gidiyorum bak" dediğinde eğer o an'a empati kuramazsak boş bir şekilde durabiliriz ama o kişi gittiğinde, kendi gözlerimizle gidişini gördüğümizde duramaz gözyaşlarımız. O an gerçektir işte. O anın gerçekliği -derin meditasyonlarda, ortayolculuk çalışmaları dışında- hiçbir şeyde yoktur. Kazandığın bir an için de aynısı geçerli, kazanabileceğine inanmayan biri o an geldiğinde ağlar. Eğer gerçekten kazanmak varsa.

Ölüm de böyle. Öyle bir gerçektir ki, giden ruhun ardından uzun uzun dökülür gözyaşları. O gözyaşları, o ruh insan bedenindeyken, ona gerçekleri verememekten gelir. Pişmanlıklar, paylaşılamamışlıklar, eksik kalanlar... Güzel anılar gelir bazen de insanın aklına, güldürür, dağıtır o eksiklik halini, bir tamamlanmışlık hissini estirir insanın içine, yüzler güler. O an tamamlanmıştır çünkü, gerçeklik budur o anı için, tam ve eksiksiz. Eğer ölüm diye bir şey varsa.

Beden ifade edilemeyene, saklanana reaksiyon verir. Depolar (genelde eklemlerde), ağrır, terler, ağlar, "hastalık" olur (ki aslında kişi "şifâ"'yı kapmıştır, yani ortaya çıkması, ifade edilmesi gereken, bir şekilde tezahür etmiştir ve ifade bulması şifâ'nın başlangıcıdır), mimikler çıkar ortaya (Lie to Me dizisi)...

Hayat çok basit aslında. İtiraf ve teslimiyet. İtiraf edemediğimiz şeyler birikiyor eklemlerimizde, kaslarımızda, ciğerlerimizde, kalbimizde.. Teslim olmayınca başlıyor sinir, stres, öfke, direnme, gerginlik. Ve bizi aynı döngü içinde döndürüp durduruyor. Biz de sürekli döngü içindeki bir şeylere kızıp, şikayet edip duruyoruz. Döner tekerleğinde koşan bir hamsterdan farksızca. Hiç de ileride değiliz hayvanlardan. Halimize gülüyorlar özgür özgür gezerken sokaklarda, ormanlarda. Biz eziyet etmeyelim yeter, kendi cahilliğimizle.

Bir padişah hastalanmış, yataklara düşmüş. Ülkeye haber salınmış, padişah'ın derdine çözüm bulunsun diye. Türlü hekimler gelmişler, iksirler içirmişler, türlü hokkabaz güldürmeye, keyfini yerine getirmeye çalışmış ama başarılı olamamış. Bir gün bir gezgin gelmiş, padişahın huzuruna çıkmış. Usulca yaklaşmış padişahın yanına ve gözlerinin içine bakarak şefkâtle "Neyiniz var Padişah'ım, lütfen anlatın" demiş. Askerler adamı tutup götürecek olmuşlar, padişahın huzuruna gelip ona soru sormak da neyin nesiymiş? Fakat padişah bir konuşmaya başlamış, 3 gün 3 gece susmamış, derdini anlatmış ve şifâsını bulmuş.

Velhasıl, atmayın içinize, anlatın, ifade edin bir şekilde, aynı döngü içinde ömrünüzü harcayıp, çürütmeyin. Döngünün dışına çıkınca göreceksiniz, asıl güç olan, asıl cesaret isteyen o döngünün içinde kalabilmek için direnmekte, göz göre göre bu ömrünü mutsuz bir şekilde harcamakta... Direnmeyi bırakıp, itiraf edip, teslim olunca sürece, zaten hayat akıyor, akıtıyor seni olman "gereken" yere.

Nasılsınız? Anlatın...

Sevgiler.

İlham olan ışığa şükürler olsun ...

Son not: Sayfa ziyaretçilerine bir de davetim var. Burası kişilerin ön bir ödeme veya koşula bağlı olmadan girip yazıları okuyabileceği bir ortam. Fakat bu durum bizlerin birbirimize destek olması, teşekkür etmesi, beslemesi, bağları derinleştirmesine engel olmamalı. Davetim, alışılagelmiş olan "para (bedeli) ödenir mal - hizmet alınır" soğuk ve otomatik döngüsünü, armağan, gönül bedeli, takas, paylaşım gibi yöntemlerle, sadece fiziksel form alışverişine bağlı kalmadan (kitap, dergi, kaset, vb maddelere bedel ödemeden), zorunluluk hissetmeden, sıcak ve aktif bir hale dönüştürmek üzerine. Para ve teşekkür ile ilişkilerimizi kolaylaştırabilmek, güçlendirebilmek, hayatlarımızı daha iyi destekleyebilmek adına, sizlerden gelecek hediyelere, takaslara, bağlantılara, maddi ve manevi tüm paylaşım ve desteklere kendimi açıyorum ve sizleri de bu derin paylaşıma davet ediyorum. Bir gönülden sarılma, bir mektup paha biçilemez olabilirken, paranın kendisinden de armağan olabilir. Yeter ki kendi kaynaklarımızın armağan ederken dengeyi bulabilelim...

コメント


Öne Çıkanlar
Etiketler
bottom of page