An’laşmak ve Ortayolculuk
- oğuz çağım
- 5 Haz 2016
- 3 dakikada okunur
Anlaşmak, an’laşmak yani bir anı paylaşmak. Bir insanı gerçekten anlamanın tek yolu, o ana gitmek, empati yapmak, yani aslında söylenenleri sadece dinlemek ve hatta dinlerken etiketlemek, eleştirmek ve hatta kendi düşüncelerinde kaybolmak değil, an’latıyı basit ve kısa bir meditasyon haline girmek. Karşıdaki kişi anlattıkça o anı canlandırmak, kendini karşıdakinin yerine koymak veya yakından izlemek, tepkileri görmek, içselleştirmek, o anı kendin için gerçek kılmak.
“Meditasyon hakkında bilgim yok, ben yapamam, duramam” denecek bir şey değil meditasyon. Hayat zaten sürekli bir meditasyon hali. Çünkü aslında kelimelerin hiç bir anlamı yok ve / veya çok anlamı var, gördüklerimiz benzer değil, gördüklerimize taktığımız etiketler ise hiç aynı değil. Aslında konuşarak sadece aynı şeyler (enerji tezahürleri) hakkında koyduğumuz etiketleri denkleştiriyoruz. Etiketler, form, his, algı, dürtü, bilinç veya altı duyu (göz, kulak, burun, dil, vücut ve zihin) veya algı organları tarafından algılanan fenomenler (şekil, ses, koku, tat, dokunuş,düşünce) veya altı duyu organı tarafından algılanan dışsal fenomenlerin sonucunda yaratılan altı bilinç (göz bilinci, kulak bilinci, burun bilinci, dil bilinci, dokunuş bilinci, zihin bilinci) farklılıklarının ortak bir niyete dönüşmesini sağlıyor.
Etiketler, ortak bir dil yaratırken diğer yandan, yanlış etiketler insanları toplumsal, bireysel olarak yine yanlış etiketlemeler oluşturulmasına sebep olabiliyor. Küçük bir eksik, hatta küçük bir nüans dünya üzerindeki büyük bir grubun yanlış enerjilerle anılmasına sebep olur. Vahşi, terbiyesiz, ilkel, medeni, hasta, deli gibi yeni etiketlerle, yanlış olan etiketlere yeni yamalar yapılıyor. Bu böyle sürüp gidiyor. Yanlış, eksik, sevgisiz, güvensiz, bilgece yönlendirilmeden yapılan meditasyonun sonucu da bu oluyor. Ortayoldan uzaklaşmak oluyor.
Meditasyon, yani ortayolculuk, yeni etiket üretmeye değil, etiketleri yok etmeye yönelir. İçine girdiği durumu, an'ı eleştirmemeyi, yorumlamamayı, zihnini çalıştırmamayı deneyimletir. Bize faydası büyüktür. Çünkü aslında dışarı diye tanımladığımız dünyaya davranış, bakış biçimimiz aslında bizim içimiz diye tanımladığımız iç dünyamıza da bakış şeklimiz veyahut baskıladığımız bir takım durumların zıttıdır (yin/yang). Bizim için büyük bilgiler içerir. Hermes Trismegistus dermiş ki; "içerisi nasılsa dışarısı öyledir, yukarısı nasılsa aşağısı öyledir, evren nasılsa ruh öyledir.". Felsefe ile uğraştığını öğrendiğimiz antik Yunan düşünürleri aslında insanla, ruhla, zihinle uğraşırlar. Sokrates'e göre felsefe, gerçek mutluluğa giden yoldur ve iki amacı vardır: Tanrı'yı tefekkür etmek; ruhu maddi bedenden kurtarmak. (Manly P. Hall - Tüm Çağların Gizli Öğretileri). Tefekkür, Dünya ve evrende var olan her şeyi, doğayı, kendini düşünerek, Tanrı’nın (Allah, evren, enerji, güç, yaratıcı, vb) gücünü, varlığını, an’lamaya çalışmak, içselleştirmek manasını taşıyor. Evrensel Sufizm ekolünün kurucusu Hazret İnayet Han’a göre ise tefekkür, belli bir fikrin tekrarlanmasıdır ve dünyada başarılmış tüm büyük işlerin arkasında tefekkür vardır. Kısacası, etiketler değişse bile her büyük düşünür ve inanış, aynı özden, aynı birlikten bahsediyor.
Meditasyon, odaklanma ve tefekkür sonrası gelen meditasyon, tüm etiketleri yok ediyor. Budizm’de buna “hiçlik” (emptiness, Sanskitçe’de shunyata) bilinci deniyor. Buradaki hiçliği nihilizm ile karıştırmamak gerek çünkü aslında “her şey boş” değil “her şey aynı, her şey ile dolu, o da boşluk” manasını taşıyor. Kuantum fiziği araştırmalarının kanıtlarıyla örtüştüğü gibi, Tasavvuftaki birlik bilinci (tevhid) ile de aynı anlamı taşıyor. Bilimsel olarak da Albert Einstein’ın ünlü sözü buraya tam olarak uyuyor: "Her şey enerjidir ve her şey yalnızca bundan ibarettir.Sahip olmayı istediğiniz gerçekliğin frekansına uyumlandığınızda artık yapacak bir şey yoktur, o gerçeklik size ait olur. Bundan başka bir yol yoktur. Bu felsefe değildir. Bu fiziktir.".

Anlamak, çok derin anlamlar içeren bir kelime. An’lamanın içinde doğru ve yanlış da mana buluyor, bu manaların idrakinden sonra da istemek, hayal etmek geliyor. Doğru anlayışla, doğru motivasyonla, doğru şeyi istediğimizde de, Einstein’ın, Buddha’nın, Tasavvuf’un, İsa’nın söyledikleri tek bir yerde buluşuyor. Şu an doğru odaklanmışlıkla istenen, doğru yere, doğru miktarda enerji akışıyla, bir sonraki an gerçeğe dönüşüyor.
Uzun sözün kısası, dünyayı anlamakla başlıyor hayat, istediklerimiz gerçeğe dönüyor. An’lamayı ve istemeyi bilelim yeter...
Daha detaylı bilgi ve danışmanlık için lütfen ortayolculuk@gmail.com adresine veya Facebook sayfamıza mesaj atınız.
Sevgiler :)
oğuz çağım
Son not: Sayfa ziyaretçilerine bir de davetim var. Burası kişilerin ön bir ödeme veya koşula bağlı olmadan girip yazıları okuyabileceği bir ortam. Fakat bu durum bizlerin birbirimize destek olması, teşekkür etmesi, beslemesi, bağları derinleştirmesine engel olmamalı. Davetim, alışılagelmiş olan "para (bedeli) ödenir mal - hizmet alınır" soğuk ve otomatik döngüsünü, armağan, gönül bedeli, takas, paylaşım gibi yöntemlerle, sadece fiziksel form alışverişine bağlı kalmadan (kitap, dergi, kaset, vb maddelere bedel ödemeden), zorunluluk hissetmeden, sıcak ve aktif bir hale dönüştürmek üzerine. Para ve teşekkür ile ilişkilerimizi kolaylaştırabilmek, güçlendirebilmek, hayatlarımızı daha iyi destekleyebilmek adına, sizlerden gelecek hediyelere, takaslara, bağlantılara, maddi ve manevi tüm paylaşım ve desteklere kendimi açıyorum ve sizleri de bu derin paylaşıma davet ediyorum. Bir gönülden sarılma, bir mektup paha biçilemez olabilirken, paranın kendisinden de armağan olabilir. Yeter ki kendi kaynaklarımızın armağan ederken dengeyi bulabilelim...
Comments