top of page

Vipassana bir dans çeşidiymiş, oturarak kendi kendine yaptığın...

  • oğuz çağım
  • 8 Nis 2016
  • 8 dakikada okunur

Vipassana kelime kökeni olarak, olanı olduğu gibi görmek, deneyimlemek anlamına geliyor. Vipassana meditasyonu sırasında da, nasıl rahat ediyorsak öyle oturuyoruz (sırtımız dik olacak ve ayaklarımız öğretmene doğru uzanmayacak şekilde), başlıyoruz nefesimizi takip etmeye, hiç değiştirmeden, olduğu gibi... Amacımız hiçbir şeyi değiştirmek değil, olanı olduğu gibi gözlemlemek.

Aslında çok kolay değil mi? Kesinlikle öyle gibi geliyor kulağa. Gündelik hayattaki sıkıntıları, koşturmacaları, sınava - toplantıya - projeye hazırlanmaları, stresi, trafiği düşününce gerçekten çok kolay görünüyor. Gündelik yaşamdaki koşturmacanın tersine sadece durmayı ve hayatımızın temeli, ilkyardımın en önemli öğesi olan nefesimizle tekrar tanışmayı zor olarak nitelemek pek mümkün değil.

Gel gör ki, o kadar basit de değil... Çünkü zihnimiz şımarık ve enerjik bir çocuk gibi kontrolsüz bir şekilde oradan oraya savruluyor; bedenimiz de aynı derecede şımartılmış olduğu için sürekli bir yerlerden ağrı, kaşıntı, uyuşma gibi hissiyatlar yükseliyor, ne yazık ki duyularımızla yaşamaya alışmışlığımızdan dolayı etrafımızda olup bitenlere şikayet etme ihtiyacı ortaya çıkıyor ve benzeri bir kaç şey daha.

Vipassana meditasyonu eğitimi 10 gün sürüyor. İlk gün akşam 7'de başlayan konuşma ve iletişim orucu, 9. gün öğlene dek devam ediyor. Bu sürede öğretmenler dışında kimse ile konuşmak, herhangi bir şekilde iletişim kurmak, kitap okumak, müzik dinlemek, yazı yazmak yasak. Güne sabah 4'te başlanıyor, sabah 4:30 - 6:30 meditasyonu sonrası kahvaltı ile devam eden gün içinde toplamda 9 saate yakın meditasyon yapılıyor. Her akşam 1 saat Goenka'nın (Vipassana'yı Usta Sayagyi U Ba Khin'den aldığı öğretileri öncelikle Hindistan, sonra tüm dünyaya yayan Myanmarlı üstat) konuşması videodan izletiliyor. Meditasyon seansları sırasında genelde seansın başında, nadiren de tüm seans boyunca Goenka'nın sesi direktif veriyor. Gece 9:30'da da ışıklar sönüyor.

Hoshiarpur - Dhamma Dhaja

Pes etmek yok diye başlanıyor sürece. Bu önemli. Eğitimden sonra başka yerlerde gördüğüm Budist rahipler de her meditasyon, puja, tantra, artık ne yapıyorlarsa "niyet" ederek başlıyorlar. Bu sayede amacını unutmadan, sonuna kadar gidiyor kişi. Ben de sonuna kadar gittim. Kendimde neler gördüm neler:

Tahammülsüzlük Hindistan'ın, turistlere öğrettiği (öğrenmek isteyenlere tabi) en önemli şeylerden biri tahammül etmek. Tahammül etmenin ne demek olduğunu Vipassana'da öğrendim. Sonra da deneyimledim yolculuğumun kalan kısmında. (Tahammülü görmezden gelmek anlamında değil, gönülden kabul etmek anlamında kullanıyorum)

Bir batılı için çok şey var Hindistan'da şikayet edecek. Farklılıkları şikayet etmeye alışmışız. Sesleri, temasları, fikirleri, yatakları, koltukları, tuvaletleri... Benim Vipassana'daki deneyimimin detayları da şöyle:

- Öncelikle neden bazıları tek kişilik odalarda kalırken ben bir hintli ile bir odayı paylaşmak "zorunda" kaldım. Halbuki baya erkenden gelmiştim. Tuvaleti nasıl kullanacaktık hiç konuşup da düzen ve temizlik konusunda anlaşmadan. Zaten tek kelime ingilizce de bilmiyordu. Temiz biri miydi acaba... - Peki ya uykusunda horluyor muydu? Eşyalarımı bırakmak için güvenli miydi? Kapıyı da kilitleyemiyordum çünkü Hindistan'da kapılarda asma kilit kullanılıyor ve genelde sadece bir anahtarı var... - Goenka'nın ilk akşamki sunumu kasetçalardan dinletildi ve inanılmaz boğuk ses nedeniyle bir çok şeyi anlamadım. Sırf bunun yüzünden Vipassana deneyimim boşa gitmiş olabilirdi. Nasıl böyle bir yerde, böyle önemli bir eğitimde böyle umarsızca davranılabilirdi... - Eğitimde sürekli ağzında bir şekerleme varmış da onu ağzı açık ve gürültülü bir şekilde ağzında döndürüyormuş gibi sesler çıkaran biri vardı. Meditasyon sırasında, daha ilk akşamdan başlayarak çıkardığı sesler eşliğinde içime dönmek ve daha yeni başladığım derin meditasyon deneyimine o seslerden dolayı (!) giriş yapamıyor olmak beni çok kızdırmıştı. Bir kaç sefer öğretmene şikayet etmeyi düşündüm ve her seferinde de son anda vazgeçtim. Yine de bu tür kişileri uyarmalılardı... - Diwali yani Hindistan'ın en büyük şöleni eğitime denk geliyordu. 11 Kasım tarihindeki bu önemli gün neden düşünülmemişti? Turistler için bir günlük bir izin verilebilirdi. Peki ya o gece sabaha kadar devam eden, savaşı andıran maytap ve havai fişek sesleri? (yalnız şu da bir gerçek, gürültü denince Hindistan'da bir sınır yok, ben hayatımda böyle gürültülü maytap ve havai fişek görmedim, kaldığımız yerin camları sallanıyordu her seferinde, bazı arkadaşlar patlamalar nedeniyle sorun yaşadılar)

Ve bunun gibi daha bir çok şey.. Düşünce yapımdaki bu hata bulma, sorunları analiz etme, olası çözümleri bulup "ama olmaz ki canım, en azından şöyle şöyle yapılabilirdi..." içerikli akıl vermeler bana çok normal geliyordu.

Edebiyat yapmayayım da direk şikayetlerimin sonuçlarına geleyim:

- Oda arkadaşım son derece uyumlu biriydi. Konuşmadan da anlaşılabileceğini, karşıdaki kişinin rahat etmesine çabalayarak asıl kendimin rahat ettiğini, ortaya çıkan uyumsuzlukların da zamanla üstesinden gelinebildiğini öğrendim. Şu an horlayan biri ile aynı odada uyuyabilirim. Daha gürültülü bir yer de olsa fark etmez :)

- Goenka çok derin bilgiler veriyor, o kesin ama olayın temelini anladıktan sonra gerisi tamamen kişisel deneyime kalıyor. Kısacası orada da endişe edecek bir şey yok, her şey olacağına varıyor. Öyle sistematik giden, kelimesi kelimesine uygulanacak, uygulanmazsa büyük sorunlar çıkacak şeyler yok. Uygulanacak yol da basit, denemeler yapmak da serbest. Zaten oradaki öğretilerin temeli de bu: "Bir şeyi önemli biri söyledi diye, kutsal bir kitapta okudun diye, anlamadan körü körüne uygulama. Dene, faydasını gör, ondan sonra benimse ve uygula..."

- Gürültü de zihnimin içinde. Benim düşüncelerim gibi, egom gibi, hırslarım gibi, ideallerim gibi.. Eğitimin 4. gününde o gürültü çıkaran kişinin aslında özel bir durumu olduğunu fark ettim. Kendini durduramıyordu. İlk gelişi değildi fakat daha çok çabalaması gerekiyordu. Bunu ilk fark ettiğimde biraz kendimden utandım ama sonuçta yine de özel bir durumu olan birine ayrı bir yerde eğitim vermeleri gerekiyordu diye düşündüm biraz mahcup. 6. gün civarında gompa (meditasyon salonu)'da meditasyonda iken seansı bir noktasında o kişinin salonda olup olmadığını düşündüm. Çünkü ya o salonda değildi ya da ben onu artık duymuyordum. Sonra fark ettim ki çıkardığı seslerin sıklığı azalmış. Önce aşırı mutlu oldum, onun bu ilerlemesini fark edince. Ertesi gün ise onu duymayı özellikle istedim. Anladım ki sabah saatlerinde gelen tatlı kuş sesleri, ezan veya diğer inanışların dua sesleri, o çocuğun çıkardığı ses, hepsi benim etiketimle "iyi" veya "kötü" oluyormuş. Ben hepsini "iyi" olarak etiketledim. Sorun çözüldü de diyemiyorum çünkü aslında sorun zaten yokmuş :)

Bedenimle ilişkim Bedenim demek "ben" demekti. Değilmiş. Hatta eşyalarım demek de ben demekti. Trafikteki onlarca insanın düştüğü yanılgıya ben de düşmüşüm meğerse. Bu "benim arabam, benim vücudum", yani "ben" merkezli hayat aynı zamanda "benim" olan her şeyi de aşırı korumacı bir şekilde ele almama neden oluyormuş.

İlk günler sırtım, belim, dizlerim, her yerimde ağrılar vardı. Nasıl olur da böyle oturmamız istenirdi sürekli. 4. günün sonunda, saatlerce oturmak yetmiyormuş gibi, gün içindeki 1 saatlik 2 seans boyunca hareketsiz durmamız da söylendi. Yani pozisyon değiştirmek yok. Nasıl olabilir ki? Oluyor. Hem de tam olarak şöyle oluyor: Bedeniniz ile olan ilişkinizi "o ben değilim, sadece benim bedenim, ben onu yönetiyorum" mertebesine getirince, o da ağlayıp sızlanmayı yavaş yavaş bırakıyor. Bir kaç dakika önce ağrıyan bir bölge şu an ağrımıyor. Yani öğretilerin en temel başlıklarından birini tecrübe ediyoruz: devamsızlık (impermanence). Her şey geliyor ve geçiyor. Biraz önce bir kuş ötüyordu, şu an ötmüyor; biraz önce belime bir ağrı girmişti, şu an o ağrı yok; ayağım uyuşmuştu, şimdi geçti... Şikayet etmeye, "sorun bulmaya" odaklanmaya gerek yok. Beklemek çoğu şeyin çözümü. Ya cevap gelip beni buluyor ya da "sorun" ortadan kalkıyor.

Etiketler Tahammülsüzlük başlığında da belirttiğim gibi, hayatta her şeyi bir etiketle var ediyoruz. Bir şeyin iyi mi kötü mü olduğuna o etiketlerle bakıyoruz. Yıllar öncesinden koymuş olduğum bir etiket, nedenini hatırlamasam bile, farkında olmadan hayatımı etkiliyor. Halbuki "dış etmen" olarak gördüğüm şeyi sorgulayacağıma, kendi koyduğum etiketi sorguladığımda, çok daha kolay ve hızlıca kalıcı çözümlere ulaşabiliyorum.

Alışkanlıklar Ne kadar çok alışkanlığım varmış. Bir gün ne kadar uzunmuş. Bir güne istendiğinde ne kadar çok şey sığdırılabiliyormuş. Tabii ki farkında olarak. Vipassana'nın en temelinde yaptığı şeylerden biri alışkanlıklara ket vurmak. Cep telefonu, kitap, müzik, gün içinde vakit geçirdiğin ne varsa uzaklaşıp, sonra gününü gerçekten ihtiyaç duyduğun şeylerle baştan kurgulamak, tahmin ettiğimden daha çok alan yarattı benim için. Aslında günün kısa değil, günü farkında olmadan alışkanlıklarla yaşamanın günü ne kadar kısa yaptığını öğrendim.

Sessizlik Konuşmadan neler anlatılabileceğini, neler anlanabileceğini öğrendim. Gerçekten. Meditasyonlar sırasında sağımda oturan 50'li yaşlarında bir Sikh vardı, beyaz sakallı, sevimli biri. Her gün yanına oturmak büyük bir keyif veriyordu, aramızda bir bağ olmuştu. Önümdeki bazı kişilerin neler hissettiğini hissettim. Arkamdaki kişilerin bazen nasıl sıkıldığını ve çıkmak istediklerini "duyumsadım". Son gün konuşma orucunun bittiğinde, insanların ilk yaptığı şey sessizce göz göze gelip sarılmak ve yanındakini kutlamak oldu, konuşmak değil. Konuşmak elzem değildi artık çünkü. Yine de sonradan konuştuk tabi :) Ama bu sefer sessiz sessiz ve tane tane...

Algı Çok zorlandığım zamanlar oldu ve bazen gözümü açıp etrafımdakileri izledim. Gözüme kestirdiğim iki - üç kişi nasıl da dimdik duruyor ve kımıldamadan meditasyonlarına devam ediyorlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse imrendim ve acaba ne zaman onlar gibi olabilirim diye düşündüm. Çabuk yoruluyordum, konsantre olamıyordum, dışarı kaçmak istiyordum vs vs. Eğitimdeki sessizlik orucu bittiğinde arkamda oturan dostumla da konuşma fırsatı yakaladık. Nasıl hissettiğimizi sorduk sakince. Bana söylediği ilk şey şu oldu: "Benim için motivasyon kaynağıydın, ne zaman bırakıp çıkmak istesem, seni sırtın dimdik, kımıldamadan meditasyon yaparken görünce ilham alıp, güç alıp devam ediyordum. İdolümsün!"... Ben çok şaşırdım, öyle olmadığını anlattım. Sonra benim gözlediğim ve bana ilham veren kişiyle konuşunca da, onun kendisini benim tanımladığım gibi görmediğini anladım. Durum aslında açıktı: gözümü dışarıya dikmiştim ve başkaları ile kendimi kıyaslayıp, haksız yere kendimi zayıf görüyordum. Halbuki herkes kendi ile kıyaslanabilirdi ancak. Herkes kendi içinde bir ilerleme katediyordu. Herkes tekti, ama hepimiz bir bütündük. Birimizin kendi içindeki gelişimi, hepimizi derinden etkiliyordu. Diğer yandan da herkes çok iyiydi, başarılıydı.

Ve Düşünmek... Bu konu çok derin bir konu. En kolayı şöyle sanırım. Zihnimdeki düşünceler, ipini koparmış hiperaktif bir köpek gibi her yöne doğru kontrolsüzce savruluyormuş. Ben buna "düşünmek" diyormuşum. Halbuki düşünmek denen şey bir konu üzerinde, senin izin verdiğin ölçüde yapılan bir zihin aktivitesi. Neden? Ben zihnimizi diğer organlarımız gibi görüyorum. Veya beyin aktivitesi olduğu için beyni de ele alabiliriz. Diyorum ki kollarımız, bacaklarımız istemsiz bir şekilde hareket ediyor mu? Hayır. Peki ben neden beynimi (düşüncelerimi) böyle kontrolsüzce bırakmışım yıllardır, nereye gitmek isterse oraya gidiyor ve beni de peşinden sürüklüyor sürekli? Üstüne üstlük bu kontrolsüz düşünceler, ipi kopmuş köpek gibi bazen çöplüğe giriyor ve ben kendimi çöp sanıyorum; bazen çamura bulanıyor, ben kendimi pislik sanıyorum; bazen çiçek bahçesinde hoplayıp zıplıyor, kendimi mutlu sanıyorum vs vs... Gerçek nedir? Gerçek, ben kolum değilim, ben beynim de değilim. Onlar benim organlarım. Düşünceler de öyle olmalı. Ve düşüncelerin, kontrolsüz bıraktığımda bana ait olmayan, benim seçmem için sunulmuş milyarlarca matrisi bana sunan bir çarkıfelek olduğunu anladım. "Ben düşünüyorum" dediğime göre ben ve düşünce farklı varlıklardır. Ben de düşüncelerimin garipliğinden sıyrılmayı, "bunu ben mi düşünüyorum" diye şaşırmak yerine "hımm yine kontrolsüz bıraktım, saçmalıyor" demeyi, bunu hoş görmeyi ve düşüncenin doğasını olduğu gibi kabul etmeyi öğrendim. Ben onu olduğu gibi kabul edince, zincir takmaktan vazgeçince, o da daha usulca geldi yanıma, Tao Te Ching'deki paradoksları kanıtlarcasına.

Bunlardan başka daha ne kadar çok kapı açtı, anlatmakla bitmez. Fakat en temelleri bunlar. Fazla da detaylı yazmak istemiyorum, çünkü bu hayat boyu unutulmayacak deneyimi tatmanızı gönülden diliyorum. Bu deneyim dinsel bir aktivite değildir. Veya şöyle de denebilir, tüm dinleri kapsayan bir aktivitedir. Kendimiz olmayı öğrenmek her inanışın temelinde yatar çünkü. Yapılan şeyi değerli kılan da kendini bilerek, farkında bir şekilde yapmaktır.

İlerleyen günlerde bir kaç meditasyon günü belirleyip, evimde meditasyonu, ortayolu merak edenleri ağırlayacağım. Arkadaşlarımla ayrı ayrı yaptığımız seansları, meditasyonu, ortayolu bulma sanatını merak edenlerle paylaşmak büyük bir mutluluk olacak benim için.

Sevgiyle, huzurla, sağlıkla :)

oğuz çağım -ortayolculuk-

Son not: Sayfa ziyaretçilerine bir de davetim var. Burası kişilerin ön bir ödeme veya koşula bağlı olmadan girip yazıları okuyabileceği bir ortam. Fakat bu durum bizlerin birbirimize destek olması, teşekkür etmesi, beslemesi, bağları derinleştirmesine engel olmamalı. Davetim, alışılagelmiş olan "para (bedeli) ödenir mal - hizmet alınır" soğuk ve otomatik döngüsünü, armağan, gönül bedeli, takas, paylaşım gibi yöntemlerle, sadece fiziksel form alışverişine bağlı kalmadan (kitap, dergi, kaset, vb maddelere bedel ödemeden), zorunluluk hissetmeden, sıcak ve aktif bir hale dönüştürmek üzerine. Para ve teşekkür ile ilişkilerimizi kolaylaştırabilmek, güçlendirebilmek, hayatlarımızı daha iyi destekleyebilmek adına, sizlerden gelecek hediyelere, takaslara, bağlantılara, maddi ve manevi tüm paylaşım ve desteklere kendimi açıyorum ve sizleri de bu derin paylaşıma davet ediyorum. Bir gönülden sarılma, bir mektup paha biçilemez olabilirken, paranın kendisinden de armağan olabilir. Yeter ki kendi kaynaklarımızın armağan ederken dengeyi bulabilelim...

Comments


Öne Çıkanlar
Etiketler
bottom of page